MUSUL’u ele geçirmek üzere “büyük harekât” sanılanın aksine DAEŞ’ten -birkaç intihar saldırısı dışında- ciddi direniş ve karşılık görmeden ilerliyor.
“Orta derecede bir DAEŞ yöneticisi” referans gösterilerek Batı medyasında şöyle bir açıklama yayımlandı:
“Halifelik (!!), Musul’u kendi alanı dışına çıkarmıştır.”
Bunun anlamı “DAEŞ silahlı güçlerinin kenti ve çevresini boşaltarak batıya doğru Suriye içlerine kaydırılmakta olduğudur.”
Zaten...
Irak, Barzani, koalisyon güçlerinin Musul kuşatması da çemberi tam kapatmıyor.
DAEŞ’e “çekilme koridoru” bırakıyor.
Bu 3 durum yani “sahadaki kolay ilerleyiş”, “orta derecede DAEŞ yöneticisinin açıklaması” ve o “koridordan DAEŞ güçlerinin Suriye’ye doğru çekilmesi” örtüşmekte.
Birbirni doğrulamakta.
DAEŞ bütün “esip gürlemelerine” karşın Musul’u neredeyse çatışmasız bırakmakta.
......................
Doğal olarak bu manzara şu sorgulamaya açık:
“DAEŞ’e birileri ya da son zamanların popüler söylemiyle üst akıldan bir işaret mi geldi?”
Açayım...
Uzun süredir dolaşımda olan “Afganistan’da El Kaide, Irak’ta DAEŞ ABD projesidir” iddiası gene kafa çıkarmakta.
Komplo teorilerine tüpsüz dalış yapmadan, bu çentiği atarak, konuya Türkiye açısından devam.
.......................
Musul’u DAEŞ’ten geri alma operasyonunda, yerkürenin on binlerce kilometre ötedeki ilgisiz ülkeleri var da Türkiye neden dışlanmakta?
Oysa...
Irak’la “sınırdaş” olan Türkiye böyle bir koalisyonda düşünülmesi gereken “ilk ülke” olmalıydı.
Koalisyondan “dışlanmanın” ötesinde Türkiye’nin Başika’daki gibi Kuzey Irak’taki “bazı üslerini boşaltması” ve “askerini geri çekmesi” de -ısrarla- istenmekte.
Hem Irak Başbakanı Haydar el Abadi, hem de ABD’nin kurumsal (resmi) sözcüleri ve Başkan Obama’nın bölgedeki temsilcisi McGurk tarafından...
Aynı El Abadi Türkiye’den “Irak’a asker göndermesini, kuracağı kampta Iraklı gençlere savaş eğitimi vermesini” bizzat istememiş miydi?
Gene “sahibinin sesi” metaforu karşımıza çıkıyor:
“Söyleyen
El Abadi’ye
değil, söyleten ABD’ye bak!..”
......................
Amerika’nın bu tavrı için “sudan gerekçeler” var.
Yani...
“Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu. Lozan Antlaşması’yla çözümün ileri tarihe bırakıldığı, Musul’un zamanın BM’si ‘Cemiyet-i Akvam’ kararıyla Irak’a bırakıldığı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çok uzun süre Musul petrollerinden yüzde 10 pay aldığı... Türkiye’nin hâlâ Musul’da gözünün olduğu, koalisyonda yer alması halinde bir kere Musul’a girerse artık çıkmayacağı... Her şeyi daha da karıştırarak, içinden çıkılmaz hale getireceği”
gibi derinlikten yoksun iddialar.
Türkiye en yetkili ağızlarından açıkça ve çok net olarak “sınırlarımızın dışında bir karış toprakta bile gözünün olmadığını” söylemiştir.
Pek çok kez vurgulamıştır.
Asıl neden elbette başka.
Kandil’den sonra PKK, yakın zamanlara kadar Ezidilerin yoğun bulunduğu Sincar bölgesinde üs kurdu.
Kandil’den sonraki ikinci komuta merkezi bu.
Amaç...
“Sincar’dan başlayarak Kuzey Irak’tan Rojova’ya ve tüm kantonlarla birlikte Akdeniz’e uzanacak Kürt koridoru oluşturmak...”
Hedefte Hatay bile var. Yoksa, Hatay’ın Amanos Dağları’nda silahlı PKK’lıların işleri ne?
........................
Türkiye ÖSO birlikleriyle Suriye’ye girerek bu kantonlar koridorunu yardı.
Menbic-Azez arasındaki alanı tutarak planı bozmakta.
Şimdi...
“Aynı şey Irak’ta olabilir ve Sincar-Rojova kuşağı da kesilir” kaygıları...
........................
Silahın sonu masadır.
Bu birinci süreç sonunda Türkiye’nin “masada yer almak” kararlılığı doğru tavırdır.