26. Genel-kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un karşılaştığımızda ilk kelimeleri...
“Çok zormuş...”
Komutan-lıktan, Ergenekon kumpasından, Silivri sürecinden değil “tiyatrodan” söz ediyordu.
10 Kasım gecesi Caddebostan Kültür Merkezi’nin fuayesindeydik.
Az sonra İlker Başbuğ Paşa’nın Silivri ikametinde (!!) yazdığı Atatürk kitabından (*) tiyatroya uyarlanan “Mucize” adlı oyun başlayacaktı.
Geçtiği bunca badireden sonra İlker Başbuğ bambaşka bir gezegen olan sanat dünyasına ilk adımın duyguları içindeydi.
Merak, heyecan, hayal ettiklerinden birini yapmış olmanın memnuniyeti...
......................
Oyun öncesi İlker Paşa ve Dursun Çiçek’le..Bu yolculuğun başlangıcı Silivri sürecine uzanıyor.
Müjdat Gezen, Ergenekon kumpasını en iri ve hazmedilemez kastı sonucu hapiste olan Başbuğ Paşa’yı Silivri’de ziyaret ediyor.
Atatürk kitabının “film yapılmasını” konuşuyorlar aralarında.
Müjdat anlatıyor:
“Paşam, bu film büyük finansı gerektirir. O parayı koyacak işadamı bulmak çok zor. Hadi bulduk diyelim. O adamın hayatını kaydırırlar, 5 kuruşa muhtaç hale getirirler. En iyisi şartları oluşuncaya kadar film yapmak projesini bekletelim. Tiyatrosunu yapalım. Bunu izin verirseniz ben yaparım.”
İlker Paşa memnun oluyor.
Müjdat Gezen, kitabın oyun haline getirilmesini ve kendi tiyatrosunda gösterimini üstleniyor.
İlker Paşa tahliye olduktan sonra da oyun galasının 10 Kasım gecesi yapılması kararlaştırılıyor.
.......................
Türkiye’nin her yerinden seçilen genç oyuncularla, Ayşe Emel Mesci’nin yönetimi ve koreografisi gerçekten çok başarılı bir oyun izledik.
Oyun sonunda bütün oyuncular, yönetici, Müjdat Gezen ile birlikte İlker Başbuğ da sahnedeydi.
Oyunun müziği olan “Mucize”yi hep birlikte söylediler.
Başbuğ’un -eğer okul yıllarında öğrenci etkinlikleri sırasında sahne almamışsa- herhalde bu ilk “sahne” deneyimiydi.
Alkış kıyamet gibiydi.
.......................
Çıkışta tebrikleri kabul ederken mutluydu.
“Nasıl buldunuz” diye sordu?
“Oyunun başarısını” vurguladım.
“Fakat daha ötesi de var” diye başlayarak şunları söyledim:
“Bu gece, kirli hava solunurken boşanan tertemiz yağmur etkisi yaptı. Arınma nostaljisini yaşadık. Salonu dolduranların çoğu birbirini tanımıyordu elbette ama sanki aynı kan grubundandı. Tek yürek olduk. Atatürk’ün ışığı üzerimize yağdı. Yürek dostları buluşmuş hissini yaşadık.”
Abartmı-yordum.
Gerçekten hayatımın en güzel, en anlamlı 10 Kasım saatlerini yaşadım.
........................
Oyun vesilesiyle güzel sohbetlerimiz de oldu.
Örneğin...
Ergenekon kumpasının “simge” mağdurlarından Albay Dursun Çiçek, eşi ve avukat kızı İrem Çelik’le...
Dursun Çiçek “daha şimdiden avukat İrem Çiçek’in babası olarak tanınmaya başladım” derken kızının Ergenekon davasındaki başarılarıyla gururunu yansıtıyordu.
Dursun Çiçek’in “yaş imzasını” özel bir baskı aparatıyla “sahte belge” haline getirmişler.
İrem Çiçek bu aparatı duruşma salonuna getirmiş.
Yargıçlara imza attırmış.
Mahkeme heyetinin önünde o imzaları, getirdiği aparatla aynen “yaş imza” haline getirip kürsüye koymuş.
“İşte, Dursun Çiçek yaş imzası da böyle bir işlemle sahte belge haline getirildi” demiş. Sonuç?
Yargıçlar şöyle bir bakmışlar imzalara...
O kadar.
Şimdi o yargıçlar “Fetöcülükten” hapisteler.
.........................
(*) “20. Yüzyılın En Büyük Lideri ATATÜRK... 1923’den 1938’e... İlker Başbuğ”