Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yazının “Beyoğlu’nda bir öğle vakti” başlığını, artık aramızda olmayan Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabından esinlenerek attım.
Bir parantez açayım...
Sevgi Soysal, bizim, çocukluktan delikanlılığa geçişimizin ergenlik dönemi Ankara’sında en güzel iki genç kızdan biriydi.
Diğeri, sevgili Feyyaz Ağbimizin (Berker) eşi Alev Berker’di.
“Beyoğlu’nda öğle vakti”ne dönelim...
İstanbul’a tepeden bakan 360’ta uzun bir yemek masası... Dün başlayan “İtalyan Filmleri Haftası” bağlamında bir aradayız.

Beyoğlu’nda bir öğle vakti
İtalyan Kültür Merkezi’nin yöneticileri ve İtalya’da Akdeniz Filmleri Festivali’nin kurucularıyla birlikteyiz.
Hoş bir ortam ve güzel iki sürpriz.
İlk gecenin film yıldızlarından Valentina Carnelutti ile Arjantinli lirik soprano Gisela Zivic de konuklar arasında.
Ve elbette Serra Yılmaz...
Harika bir sohbet sürerken Gisela Zivic’e sesini dinlemek isteğimizi dile getirdim.
Hiç kapris yapmadan bir İngilizce ve bir İspanyolca şarkı söyledi.
İnanılmaz güzeldi.
Aralık ayı sonunda Kadıköy Süreyya Operası’nda ses ve kadın güzelliğini harmanlayan Gisela’yı izleyebilirsiniz.

Bir çift nasıl oturmalı?
Valentina’ya gelince... 14 yıldır İtalyan sinemasında. Roma’da güzel sanatlar okuduktan sonra Amerika’ya geçmiş, Marlon Brando’ların yetiştiği ünlü Actors Studio’da eğitim almış.
1 yıl da Meksika’da sanat yapmış.
Festivalin ilk gecesi oynatılan Paolo Virzi’nin “Tutta La Vita Davanti (Önümde Bütün Bir Hayat)” adlı filminin oyuncularından...
Film, buruk komedi...
Valentina, derin ve doğal bir genç kadın.
Sanatın diğer dallarında da parmak izleri var.
Örneğin... Çok farklı bir görüntüsü olan kartvizitini kendisi çizmiş.
Meksika’ya neden gittiğini sordum...
“Duru” bir cevabı oldu:
“Aşk...”
Uzun masada zaman zaman yer değiştiriliyor ve “herkesin herkesle” konuşması sağlanıyordu.
Bir ara Fransızların ünlü “Face a face meilleur place (en iyisi yüz yüze)” söylemi konuşuldu.
Yani... Masada, karşı karşıya...
Valentina, olanca doğallığıyla “bence tam da öyle değil” dedi ve kendisi için özel “oturum konumunu” şöyle tanımladı:
“Masanın bir köşesinde kadın, hemen yanındaki köşede erkek... Göz göze değil, zaman zaman ellerin ve dirseklerin, zaman zaman da dizlerin birbirine değdiği konum...”
Ne istediğini bilen, incelmiş zevkleri olan bir romantik...

ULUDAĞ’DA ZAMANIN RUHU
Ali Ağaoğlu, başarılı bir işadamı...
Sitelerin ötesinde, ilçeler kuruyor.
Ama... Asıl özelliği, “carpe diem” felsefesi ekseninde toplananlara örnek...
Yaşamın her gününü, her anını, bir çiçek gibi yaşamına katıyor.
Cuma sabahı, helikopteriyle Uludağ’a uçtuk.
Dağda mangal / şarap keyfi...
Pırıl pırıl güneş, sezonun ilk karı, kristal gibi temiz hava, yemyeşil çam ormanları...
Adamın biri köprüden Boğaz’a kalkan vapurda, iskelelere yanaştıkça yanındaki yolcuya yalıları gösterir, şöyle dermiş:
“Şu 3 yalıyı görüyor musunuz? Onlar benim değil...”
Bir... Üç... Beş...
Bu söylem hep sürmüş.
Sonunda yanındaki yolcu, adama “Beyefendi, ne kadar da çok sizin olmayan yalınız varmış” demiş.
Ali Ağaoğlu’nun Uludağ’daki durumu bunun tam tersi...
Bilmem anlatabildim mi?
Uludağ’ı yeniden yapılandırmak için neredeyse tamamını alıp, hepsinden vazgeçmekten başka çare görmemiş.
Amacı, bütün otelleri ve diğer tesisleri yıkıp, hepsini, aşağılarda Kirazlı Yayla’da yeniden yapmak...
Böylece... Uludağ’daki kar pistlerini Avrupa’daki uzun pist standartlarına kavuşturmak.
Çünkü... O güzelim Uludağ’ın, mevcut otelleri ve tesisleri pistleri kısaltıyor. Güdükleştiriyor.
Ağaoğlu neredeyse tüm pistleri de almış, birbirlerine geçişler sağlamış ama gene de gönlündeki ve vizyonundaki Avrupa konseptinde pistler için yeterli değil.
Orada, örneğin İsviçre’de kaymaya başlayan, sınır aşarak İtalya’daki pistlere geçebiliyor.
Dağdaki tesislerini de İzzet Çapa’nın sağ kolu Rose Kar’a bırakmış.
Her şey güzel ama ruhunu da o verecek...
Ağaoğlu’nda 50 yılı aşkın süredir Uludağ’da kayanların, yarışanların belgeseli gibi binlerce fotoğraflık bir hazine var.
Bunların bir kısmını duvarlarda sergiliyor.
Kimler yok ki...
“Zamanın ruhu” dedikleri kavramın bir yansıması da bu.

Beyoğlu’nda bir öğle vakti


OTELİN TERASINDA... KAR ve GÜNEŞ...
(Soldan sağa) Rose Kar, Ozan Özkan, Ali Ağaoğlu, Murat Türker, Cengiz Semercioğlu, Güneri Cıvaoğlu.



İNGİLİZCE TÜRKÜ VE EBRÛ
Beyoğlu’nda bir öğle vakti
Şeffaf Oda’nın bugünkü konukları Sertab Erener ve Demir Demirkan...
Onlar uzunca süredir Bodrum’da bir dağın yamacında yaşıyorlar.
Komşuları, domuz aileleri, sincaplar ve keçiler...
Diğerleri, yani köpekler, kediler, inekler, tavuklar ve horozlar mekândan sayılıyor.
Oraya kapanmışlar, 2000 dolaylarında türkü dinlemişler.
14’ünü seçmişler.
Caz formatında uluslararası tadıma sunmak üzere etnik müzik üretmişler.
Şarkılar yayımlanırken arka planda Ebrûzenlerin suda ebru yapışları görünüyor. Zaten albümün adı da “Painted on Water (suya resim yapmak)”.
Felsefesi suyla yıkanmak.
2009 Nisan’ında dünya müzik vitrinlerine çıkacak.
Grammy yarışmasına sokacaklar.
Sertab’ın odaklandığı hedef, bu ödül...
Demir Demirkan, yarışmadan çok, üretme zevkiyle yetiniyor.
Sertab ayrıca doğum günü olan 4 Aralık’ta otobiyografisini yansıtan DVD’yi de çıkarıyor.
Bu DVD’de, 15 yıllık sanat yaşamını yansıtan konser görüntüleri ve onu sevenlerle yapılan röportajlar yer alacak.
Demir Demirkan da bir “Rock Belgeseli” hazırlıyor.
Turnelerindeki tüm görüntüler ve konserlerindeki kamera arkası, ocak ayında çıkacak olan bu DVD’de yer alıyor.
Demir Demirkan, Türkiye’de rock söyleyenlerin arasında, müziği, sözleri ve sesiyle hayli farklı bir yerde.
Demir, Hayyam ve Aşktan Öte’yi söyledi.
Müzikten öte felsefe derinliğiyle de ayakta alkışlanacak iki yapıt.
Birbirlerinden beslenmek, bu çiftin müzik üretiminin DNA’sı...