Yeniden bugün şu kur meselesi üzerinde durmak ve kurdaki artışın ne anlama geldiğin altını bir kez daha altını çizmek istiyorum. Öncelikle bu durumun bir kriz öncüsü gösterge olmadığını söylemek gerekiyor. Bugün Trump’la birlikte ABD’nin, öncü bir finansman yöntemi olarak dolaşımdaki dolar hacminin bir bölümünü konsolide ederek “içeride” kontrol etmek istediğini söyleyebiliriz. Dolar endeksi kısa dönem yukarıda olacaktır. Burada yeni bir denge oluşuyor ve tüm dünyada dolar bazlı iç ve dış fiyat dengeleri yeniden kuruluyor. Bu olduktan sonra zaten yüksek dolar ABD için de sürdürebilir bir durum değil.
Kaldı ki doların, bir önceki yüzyılın son yarısında olduğu gibi, hakim rezerv para olup olmayacağı da çok şüpheli. Burada yapılması gereken dolar bazlı iç ve dış ticareti yeni parasal referanslarla oluşturmanın yollarını aramak... Bu tabii ayrıntılı bir konu ama yine de kısaca değinmek istedik.
Şimdi gelelim Merkez Bankası’nın kur yükseliyor diye faiz artırmasına ve kamuoyundaki tedirginliğe... Burada ana muhalefet partisinin ve FETÖ artıklarının kriz çağrılarına değinmek bile gereksiz. Ben, yanlış bir bakış açısına bağlı olarak, neredeyse psikolojik travma yaşama halinden hatta bunu sosyal medya aracılığıyla toplumsallaştırmaktan bahsediyorum.
Neden-sonuç...
Döviz fiyatı arttı (devalüasyon), o halde kriz var (dı) tespiti 2002 öncesi doğruydu, bugün yanlış. Tam şimdi Türkiye ekonomisinde göreli bir daralma varsa bunun nedeni kur falan değildir. Tam da “Bakın kur artıyor, kriz geldi” diyenlerin uyguladığı ya da uygulanmasını istediği ekonomi-politikaları yüzündendir.
Mesela, TCMB’nin halen resmen uyguladığı ancak fiili (örtük) olarak terk etmesi gereken “enflasyon hedeflemesi” tek başına bir para politikası programı değildir. Enflasyon Hedeflemesi, bir paradigmayı anlatmaktadır. 1990’ların başında Washington Uzlaşısı ile hakimiyetinin doruğuna varan bu paradigma, “enflasyonla mücadele” adı altında gelişmiş ülkelerden ziyade “gelişmekte olan ülkeler”de merkez bankası bağımsızlığı ve şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi ilk bakışta teknik, ideoloji dışı kavramlarla anlatılmış ve uygulamaya geçirilmiştir.
Ancak hem Avrupa Merkez Bankası (ECB) hem de Amerikan Merkez Bankası (FED) “fiyat istikrarı” kavramını gelişmekte olan merkez bankalarına göre daha geniş yorumlamışlardır. ECB, hiçbir zaman “enflasyon hedeflemesi” tabirini kullanmamıştır. Ancak fiyat istikrarını, farklı ülkelerin ortak para birimi içinde istikrarlı büyümesi olarak anlamıştır.
Mesela Türkiye’de şimdiye kadar, mevcut enflasyon hedeflemesi programı, temelde nihai hedef olarak önceden belirlenmiş enflasyon haddini almaktadır. Bu amaçla, hem kısa vadeli gösterge olarak hem de temel politika aracı olarak Merkez Bankası, kısa vadeli faiz oranlarını kullanmaktadır. En kritik nokta ise Merkez Bankası’nın bu programda görev tanımı içinde dış dengeyi sağlamak diye bir ödevinin bulunmamasıdır. Piyasaya bırakıldığı takdirde kendiliğinden kurlarla birlikte dış dengeyi sağlayacak olan faiz oranları, Merkez Bankası tarafından iç fiyat istikrarını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.
Bu program, dış dengeden farklı bir iç faiz dengesi yaratmış ve dış dengeyi sağlayacak kritik faiz haddinin çok üstünde faiz değerleri oluşmuştur.
Dalgalı döviz kuru uygulanmasına rağmen, bu kadar yüksek cari açık vermemizin sebebi, uygulanan Enflasyon Hedeflemesi programı ile Dalgalı Kur Rejimi’nin çelişmesidir. Tabii ayrıca maliye politikalarında yalnız faiz dışı fazlaya odaklı ve yoksullaştırıcı yüksek dolaylı vergilere dayalı sistem, üretime dayalı kapsayıcı bir büyüme önünde, bu para politikasıyla birlikte, ciddi bir engel haline gelmiştir.
Doğal olarak, bu durum, ekonomiyi dış şoklara aşırı hassas hale getirmiştir. Mesela şimdi Merkez Bankası geçen hafta faiz yükseltti, bu ne işe yarar?
Panik-sonuç...
Faiz artışının tetikleyeceği parasal daralmanın maliyetiyle sene sonunda kurlarda gerçekleşmesi tahmin edilen düşüşün getirisi mukayese edildiğinde, attığınız taş kurbağanın yavrularını bile ürkütmez. Kaldı ki etkisinin olmadığın da gördük. Neden? Çünkü kur artışı, önemli ölçüde, sizden bağımsız ve buradaki köpükte siyasi gelişmeler belirleyici. Nitekim AP kararıyla birlikte Merkez Bankası’’nın adımı sıfırlandı.
Bunu niye öngöremedik biliyor musunuz; bürokrasi ile Cumhurbaşkanı arasında dağlar kadar nitelik farkı olduğundan... Bir tarafta 20. yüzyıl paradigmasını aşan bir lider var; bir diğer tarafta bir önceki yüzyılda kalmış bürokrasi...
Eğer politika otoritesinin önceliği kurdaki spekülatif dalgalanmayı kontrol etmek ise (bu dalgalı kur rejimiyle çelişkili bir uygulamadır) o takdirde, teorik olarak faiz artışı senaryosu uygulanabilir. Ama bu kur rejimiyle çeliştiği için bir işe yaramaz.
Ancak maliyeti şudur: 3-6 ay arası bir vadede kredi daralması ve öncelikli olarak da KOBİ’lerde nakit sıkışıklığına dayalı üretim ve istihdam daralması ve ciddi büyüme düşüşü... Eğer politika otoritesi önceliği orta vadeli bir istikrar ise o takdirde faizlere dokunmaz ama kredi genişlemesini, reel sektöre dönük olarak sağlar. TCMB’nin burada araçları vardır. Bu senaryoda kur artışının Nisan - Mayıs 2017 gibi enflasyonda %3-3.5 artışa yol açabileceği tahmin edebiliriz. Ama bunun, artan işsizlik ve durgunluk tehlikesi karşısında çok önemi yoktur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yine haklı çıktı; sanıyorum lider başka türlü olunmuyor.