Bu gün Yenikapı’da büyük buluşma var. Uzun süre sonra özlediğimiz bir şey oluyor ve Ak Parti, CHP ve MHP Cumhurbaşkanı ile aynı kareye giriyor, tabanlarını aynı yere davet ediyor. Dilerim bu bir milat olsun... 15 Temmuz kâbusundan en azından yeniden ‘biz’ olmayı hatırlayarak çıkalım. Tüm fikir ayrılıklarına rağmen bazı konularda aynı yerde durabileceğimizi görelim. Kimse kimsenin üzerine basmadan.. Kimse kimseden rol çalmadan... Haydi, bugün hep birlikte Yenikapı’da olalım!
Eski defterler
FETÖ’nün ülkemize yönelik tehdidine 4.5 yıldır karşı çıkan ve bu uğurda ekranlarda da epey mücadele etmiş bir yazarım. Evet , elbette bu, ülkemiz için bir FETÖ tehlikesidir. Fakat aynı zamanda Gülenizm ideolojisi altında askeri vesayeti yeniden hortlatma tehlikesidir bu. Mesele aynı zamanda her türlü ideolojik kılıf altında askeri vesayet denen bir tür faşizme direnebilmektir. 2011 öncesi Kemalizm adına bir askeri vesayet tehlikesi vardı bu ülkede ve bu tehditle savaşmak da sonuna kadar doğruydu. Hiç kimse bu gerçeği inkâr edemez. Son dönemde maalesef bu yönde de bir inkârcılık başladı. FETÖ bu haklı savaşı istismar etmiş olabilir ama sonuç olarak askeri vesayete direnmek onurlu bir tutumdu.
Son 4.5 yıldır ise Gülenizm adına bir askeri-bürokratik vesayet tehlikesi yaşıyoruz ve bu vesayete direnmek de onurlu tutumdur. 2011 öncesinin eski tip askeri vesayetini savunanlar -Biz o zaman da Fethullahçılara karşıydık ama şunlar şunlar değildi- laflarıyla o dönemki darbeci ve vesayetçi kafalarını aklayamazlar. Başka bir askeri vesayetçiliği yani çeteciliği savunanların Fethullahçı çeteye karşı olmasının hiçbir anlam ve önemi yok! Birileri geçmiş defterleri açmak isterlerse bu işin altında çok feci kalırlar.
ABD bu işin içinde mi?
Perşembe öğleden sonra ABD Büyükelçisi John Bass ile bir grup gazeteci bir araya geldik. Büyükelçinin mesajlarını dün gazetede okudunuz. O röportaj yayımlandıktan bir süre sonra bir fotoğraf geldi. Fotoğrafta Amerikan Büyükelçisi rütbeli bir kişiyle yan yana yürürken görülüyor, altında da bu fotoğrafın 14 Temmuz’da Çengelköy’de çekildiği iddia ediliyordu. Bu iddia elçilik tarafından net bir şekilde yalanlandı. John Bass’in o gün Ankara’da olduğu ve gününü kimlerle geçirdiğiyle ilgili bilgi detaylı bir şekilde paylaşıldı. Ancak 15 Temmuz gecesinden beri bu girişimin arkasında ABD parmağı olduğu inancı artarak sürüyor.
3 haftadır çok çeşitli çevrelerle yaptığım görüşmeler ve büyükelçiyle toplantıdan edindiğim izlenim şudur: Amerikan devletinin topyekûn bu girişimden habersiz olması imkânsız. Epey bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili ciddi bir rahatsızlık olduğu açık. Zaten bunu Amerikan medyasının tutumundan da aylardır görüyoruz. Zaten bir süredir istihbarat bağlantılı bazı isimler açıkça bir darbe olasılığına dikkat çekiyor, yazılar yazıyorlardı. Ancak bu, yukarıdan aşağıya delege edilen açık seçik bir devlet politikası demek değil. ABD tek bir komuta merkezinden yönetilen bir gemi olarak düşünülmemeli. Devletin içindeki bazı unsurlar Amerikan çıkarları için bir takım operasyonlar planlar ya da birtakım operasyonlara destek olurken devletin görünen yüzü açıklanan politikalar çerçevesinde hareket ediyor ve o çerçevede bilgilendiriliyor olabilir.
Ortada bir gerçek var: Bu girişim başarısız oldu ve Washington istese de istemese de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çalışmaya devam etmek zorunda. O nedenle giderek yükselen anti-Amerikan hava ABD’yi çok rahatsız ediyor ve bir an önce ilişkilerin normale dönmesini sağlamak istiyor zira IŞİD ile mücadelede ve bölgenin kontrolünde Türkiye’ye çok ihtiyacı var. Fethullah Gülen’in iadesini de bu bağlamda değerlendiriyor. Bir yandan Gülen elinde önemli bir koz, öte yandan bu koz ona pahalıya mal olabilir. O nedenle, süreci mümkün olduğu kadar uzatacak, açık kapı bırakarak Gülen’i elinde tutmaya devam edecektir.
Nazlı Ilıcak
Nazlı Ilıcak ile ilgili tutuklanma haberini çok uzaklardayken aldım. Bu haber beni son 4,5 yıla götürdü. 7 Şubat 2012’de MİT Krizi patlak verdiği andan itibaren başladı Nazlı Hanım’ın savruluşu. Cemaatin ismini burada saymayacağım ‘kurtları’ ona kendi yalan hikâyelerini anlatmaya ve ikna konusunda çok başarılı olmaya başladılar. O sıralar henüz bu konularda konuşabiliyorduk. Sonra giderek imkansızlaştı diyalog. Televizyondaki tartışmalarımız, zaman zaman öfkemize yenilmemiz kayıtlarda... Ancak ne olursa olsun programdan sonra hayata devam etmeyi bildik. Program dışında nezaketini hiç bozmadı Nazlı Hanım. Zannediyorum ben de öyle...
Ama öyle bir inadı var ki... Bağnazlık seviyesini dahi aşan, bir şeye kafayı taktı mı körleşip dümdüz giden... O inat sürükledi götürdü Nazlı Ilıcak’ı. Bakıyorum, FETÖ’nün profesyonelleri dikkatlice kendilerini sıyırırken o ortada kaldı. Fikirlerini ne kadar yanlış bulduğumu yeniden söylemeye ihtiyaç dahi yok, FETÖ’nün ne denli tehlikeli olduğuyla ilgili Türkiye’deki en ateşli tartışmaları onunla ben yaptım ama Nazlı Hanım’ın bir terör örgütü üyesi olduğuna inanmama imkân yok. Bence kusura bakmasın ama Yıldıray Oğur’un tabiriyle ‘kullanışlı aptal’ olarak açıklanabilir durumu. Dilerim onu kör eden inadıyla yüzleşerek bir an önce özgürlüğüne kavuşur...