Geçitler tutulmuş usta...
Şair diyor ya, derine kazıyoruz...
Kazmalıyız da.
Kazdıkça yılanlara ulaşacağız...
Bu ülkenin artık ‘yetti’ deyip isyan etmesi gerekiyorsa dünyaya, etmeliyiz. Bin kez yazacağımıza, korkacağımıza, ağlayacağımıza ve öleceğimize bir kez ölmeyi düşünmeliyiz.
Yorulduk adres soran kurşunlardan, adrese teslim edilen bombalardan ve masum insanların uçan kuşlar misali gözlerimizin önünden geçip gidişlerinden...
İki yakamızı bir araya getiremiyoruz...
Uzak bir yerlerden geliyor her ihanetin reçetesi.
Her oyunun oynandığı bir ülkeye dönüştürüldüğümüze herkes tanıktır.
Biri bitiyor, diğeri başlıyor.
Bir arada yaşamayı bozacak ne kadar fay hattı varsa, onları tetikleyici her eylem hayata geçiriliyor.
Bin yıldan beri aynı oyun oynanıyor.
Biz sürekli beyaz bir kağıt çıkartıp yeniden yazmaya başlıyoruz.
Kalem, silgi, okuyan, okutan, yazan, çizen, dost, düşman hep aynı...
Ve içimizdekilerle uğraşmaktan dışarıdakilere zaman yok...
Hesaplaşmak yok.
Af çok...
Suç çok, ceza yok!
Kelepçe yok.
*
Şeytanlarla yoldaş olunmuş bir kere.
Ve belki de bin yıldan beri.
Gözaltında olan çok, cezaevine gönderilen yok.
Ya firar, ya kayıp, ya da itirafçı...
Dokunanın esir düştüğü, dokunmayanın hür kaldığı bir dünyada bir arada yaşamak her geçen gün biraz daha zor.
Herkes, gerçek yüzünü gizliyor.
Maskeli bir balodayız sanki.
Aşk ve öfke arasına ince bir çizgi çekilmiş.
Ve mayınlı bir cephede dolaşıyoruz.
Ağaçlar gibi ayakta durarak yaşamaya çalışanlara inat, büyük bir kalabalık kendini bir sele kaptırmış gidiyor.
Gerçeklerden uzak kaldıkça, doğruya düşman, yalana dost olunmuş.
*
Aşk yok...
Şiir yok...
Edebiyat yok...
Kaf Dağı’na yollanmış, bin yıllık kavga.
Sürüngenleri; cilalı taş devrini... Çok da lazımmış gibi öğrenerek büyüdük büyümesine ama taş meraklısı olup çıkışımız da bu yüzden galiba.
Kimse öğretmiyor; nasıl iyi bir vatandaş, evlat, baba, eş veya sevgili, asker, gazeteci, yazar, iş adamı, polis, öğretmen ya da bürokrat olunacağını.
Niye böyle olduk? Daha yeni anlıyor gibiyiz.
Kin ve nefretin çeşmesi belliydi ama daha yeni bilenler oldu.
Bu ülkenin çocuklarının bu hale nasıl getirildiğini de...
Okullar, dershaneler ve öğretmenlerden oluşan şeytan üçgenini de.
Ve kutuplaşmanın fitilinin ateşlendiği uzaktan kumandalı adresler olduğunu da!
Kaç nesile tuzak kurdular, heba ettiler hâlâ bilmiyoruz...
*
“Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil bir ölü için” diyen şaire inat her gün sayısı belirsiz gül istiyoruz çiçekçilerden...
Ve sayısız mezar kazıyoruz, derinlere...
Nazım’ın “Dünya adaletsiz çocuk” deyişindeki çocuklar da bizleriz, ölenler de...
Ve hep birlikte “kavga dostu” olmadıkça, bu ülkeye güzel güneşler doğmayacak.