Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için ABD’deyiz. New York’ta devam eden BM Genel Kurulu’nda dün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihi bir konuşma yaptı. Bu konuşma, hiç şüphesiz ki bir önceki yazımızda belirttiğimiz Doğu’dan başlayan bir yeni dünya düzeninin ilk manifestosu sayılabilir. Mülteci sorunundan yoksullar için refaha, gelişmekte olan ülkelere yönelik kriz ihracından bölgesel savaşlara değin birçok güncel insanlık sorununu dile getirirken bunların çözümü için de “Dünya beşten büyüktür” formülünü öne çıkaran bir konuşmaydı bu...
Esasında, ABD’nin şu New York kenti söze yazıya gerek kalmaksızın çok şeyi anlatıyor. En azından Erdoğan’ın “Böyle devam edemezsiniz, ederseniz hepimiz altında kalırız” ısrarını yansıtıyor.
Şu New York...
Ünlü Çek yazar Franz Kafka, ABD’ye hiç gitmemiş ama ölümünden sonra yayımlanan ilk romanının adı Amerika... Kafka bu romanda hiç gitmediği ama hayal ettiği Amerika’yı anlatmış... Hayaller gerçekten daha gerçektir, çünkü onlar şimdiki zamanı değil, aynı zamanda, geleceği de anlatır. Bunun için gerçekten daha gerçektir. “Amerika” romanının kahramanı Karl, New York limanına girerken Özgürlük Heykeli’ne bakar ve “Amma da yüksekmiş” der. Ama Kafka’nın müthiş hayal gücü, heykele meşale yerine kılıç tutturur. Bu, bu ülkede şiddetin, baskının, yoksulluğun “özgürlük” görüntüsüyle hüküm sürdüğünü Karl’a anlatır.
Özgürlük Heykeli kadar, bu ülkeye beş parasız göç eden ama bir dolar milyoneri senatör olarak karşısına çıkan dayısı da, Karl için, gerçeği anlatmaz. Limana girerken gördüğü çelimsiz hamallar, gemilerdeki insanlıktan çıkmış ateşçiler aslında Amerika gerçeğinin ta kendisidir. Ancak bu gerçek, Kafka’nın bu romanının yayımlanmasından sonra 1929 Büyük Krizi’ne çarpar. İşte o zaman Özgürlük Heykeli’nin elindeki kılıç devreye girer. Çok geçmeden de bir dünya savaşı patlar. İşte o savaşın bitiminden yani 1944’ten beri “dünya düzeni” dediğimiz “şeyin” başkenti bu kent, yani New York... Burası BM binasıyla siyasi bir başkent ama Wall Street ile de ekonomik ve finansal bir başkent... Ancak bu başkent bütün simgeleriyle, bütün anlattıkları ve vaat ettikleriyle Kafka’nın 1927’de yayımlanan romanındaki New York’a dönüyor -zaten de öyleydi- şimdi. Özgürlük Heykeli’nin elinde insanlığı aydınlatan bir meşale değil de insanlığı kıyan bir kılıç tuttuğunu bugün yalnız Kafka görmüyor, hepimiz görüyoruz. Hatta Amerikalılar görüyor.
Krizi anlamak...
Bir ülkede önünüze gelen veriler dışında yalnız gözlem yaparak ekonomik kriz olduğunu anlayabilir misiniz? Evet, bu mümkün... Ama burada çok görünür, krizi gözümüze sokan görüntülerden bahsetmiyorum. Örneğin, evsizlerin sayısı, nitelikli işsiz ve genç işsiz sayısında hızlı artış ve bu insanların sokakta yatıp kalkmaya başlaması gibi... Bunları geçiyorum, daha ayrıntıya bakmayı öneriyorum. Çünkü daha göze görünmeyen, sizi çok rahatsız etmeyen durumlar olmuş bitmiş değil ama hızla gelmekte olan bir krizin habercisidir. Örneğin, fiyatların düşmesi ile bunu fırsat olarak algılayan yeni tür göçmenlerin artışı ama bu göçmenlerin bir türlü uygun fiyata erişip iş kuramamaları (çünkü fiyatlar hep düşmektedir; kimse en uygun fiyatın ne olacağını öngöremez), havaalanlarının pisliği ya da yenilenmemesi, aynı şekilde, otel odalarında kumaşları beni değiştirin artık diyen koltukların olması, caddelerdeki çöplerin sizi rahatsız eden boyuta çıkması ve artan işsizlere rağmen bunları temizleyecek yeni işçilerin işe alınmaması (yani Keynes’in bile krize çare diye söylediklerini yapmaktan aciz bir yönetimin olması)... İşte bunlar benim, Kafka’nın değil, tam şimdinin “gerçek” New York’unda gözlemlediklerim.
Sonuç...
Peki, bunların sonucu nedir? İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD önderliğinde kurulan “Dünya Düzeni” tam kalbinden tekliyor, yani New York’tan... Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. ABD’de enflasyon artıyor, bu istedikleri bir şeydi yani Fed’in hedefiydi ama işsizlik, enflasyon artışı kadar azalmıyor. Yani ABD, işsizlik yaratmayacak bir enflasyonu yakalayamıyor. Bunun teknik adı: Stagflasyondur. Yeni artan işsizlikle (durgunluk) enflasyonun at başı gittiği bir ekonomi.
Peki, bu durumda ABD ne yapar; yapması gerekenin İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’nın yapması gereken olmamasını umuyorum.
Yani hızla artan enflasyonu ve durgunluğu giderek yoğunluğu artan savaşlarla, savaş mekanizmasına bağlı talebi canlandırarak çözmemesi gerektiğini söylemek istiyorum.
Bütün bunlara bağlı olarak Fed’in ABD seçimlerine değin faiz artıramayacağını hep söyledik. Artık seçimlerden sonra da faiz artırımı çözüm değil ama savaşa dayalı neocon politikaları da çözüm değil. ABD’nin yeni başkan adayları ise yeni durumu ve gelmekte olan krizin vahametini anlamış gözükmüyor.
Bu durumda, Erdoğan gibi liderlerin önemi daha da artıyor. Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına bir de bu açıdan bakalım...