İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un Oğuz Çelikkol’a karşı davranışında dozun kaçtığı konusunda İsrail’deki akıllı insanlar ve seçmenler gerekli ihtarlarda bulundu
Son zamanlardaki politikalarımız İsrail’de bazı çevreleri tedirgin ediyor. Yine de büyükelçimize yapılan çiğliktir. Üstelik İsrail’in 1948’den beri izlediği politikaya, Türklerle Yahudilerin birlikte yürüdüğü tarihi çizgiye aykırıdır
14 Mayıs 1948’de Tel Aviv’de Başbakan David Ben Gurion İsrail devletini resmen ilan etti. Ben Gurion Polonya Yahudisidir. Sionist davaya adadığı gençliğinde İsrail’in ancak çok uzak bir istikbalde var olacağına inanıyordu. Aslolan Filistin topraklarında kültürel özerklik ve idareye katılma haklarına sahip olacak Yahudi milletinin temsiline hazırlıktı. Bu nedenle İstanbul Üniversitesi (Darülfünun) Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Bir müddet okuduktan ve Türkçeyi öğrendikten sonra mektebi bitiremeden Filistin’e döndü, savaş patlamıştı. Hızla gelişen olaylar onun tahayyül ettiği İsrail’in bir an evvel gerçekleşmesini sağladı.
Ben Gurion’un varlığını ilan ettiği İsrail devleti, Arap devletleriyle 24 saat içinde savaşa tutuştu. Araplar hazırlıksızdı, askeri gelenekleri ortaçağlarda kalmıştı; bürokrasilerinin gücü yoktu ve savaşan Arap devletlerinin arasında hiçbir eşgüdüm söz konusu değildi. Tabii Arap dünyası bu savaştan kazançlı çıkmadı; Birleşmiş Milletler’in öngördüğü İsrail, bu savaştan sonra daha da genişlemiştir. Dış dünya İsrail’i tanıdı. Amerika, İngiltere, Fransa ve asıl önemlisi Sovyet Rusya... Türkiye Cumhuriyeti de o zamanın bu kalabalık kervanına katıldı. Araplar Türkiye’nin aleyhine döndüler, uzun yıllar bu tanıma yüze vuruldu. Ancak 40 yıl sonra Türkiye aracı rolü dolayısıyla benimsenir oldu.
İlter Türkmen’in bakanlığı sırasında anlaşılamayan bir tedbir daha alındı
1967 savaşı Türkiye’nin politikasında değişikliklere neden oldu; Kudüs’ü İsrail’in yeni başkenti olarak tanımadık ve bazı tanıyanlara katılmadık. Bir müddet sonra diplomatik temsil düzeyini maslahatgüzar rütbesine indirdik. İsrail bu tedbire uydu. Ne var ki gönderdiği bazı maslahatgüzarlar daha evvel büyükelçilik yapmış ve bu rütbeyi kazanmış diplomatlardı.
İlter Türkmen’in dışişleri bakanlığı zamanında ne anlama geldiği belli olmayan bir tedbir daha uygulandı. Türkiye’nin temsil düzeyi ikinci katip düzeyine indirildi. Buna rağmen İsrail’in protokolde bile köklü karşı tedbirler almadığı görüldü. Cumhurbaşkanlığının muhatabı olmaması gereken maslahatgüzarımız için de böyle bir tedbire uyulmadı. Maslahatgüzarlarımız öbür büyükelçiler gibi muamele gördü; hatta maslahatgüzarlarımızın eşlerinin Cumhurbaşkanın eşi tarafından davet edildiği de biliniyor. Galiba İsrail, Türkiye politikasının esasını kavramıştı: Önemli olan güçlenen ilişkilerdi.
İsrail’de sokaktaki insan artık Türkiye’ye eskisi kadar sıcak bakmıyor
Son zamanlarda esasa yönelik neticeler elde etmekten çok Arap dünyasının duygusal yanlarına hitap eden politikalarımız, İsrail’deki bazı çevreleri çok tedirgin ediyor. Yeni koalisyon hükümetindeki İsrail Dışişleri Bakanı bugüne kadar hikmet-i hükümetin gereğini kavrayamayan duygusal çevrelerin sözcüsüdür. Kamuoyunu da bu biçimde etkilemektedir. Sokaktaki insanlar Türkiye’ye eskisi kadar sıcak bakmıyorlar.
Dışişleri bakan yardımcısı Danny Ayalon’un geçen hafta Tel Aviv’deki büyükelçimiz Oğuz Çelikkol’a karşı sahneye koyduğu tertip ve davranış hiç şüphesiz ki çiğliktir ve bu devletin 1948’den beri takip ettiği politika ile ve Türklerin Yahudilerlerle birlikte izlediği tarihi çizgiye uygun bir davranış değildir. Nitekim dozun kaçtığını İsrail’deki akıllı insanlar ve seçmen çevreler de Lieberman’a ve bakanlığa ihtar ettiler ki, özür mektubu gelmiştir. Dış politikada hissi davranışların ve tarih bilmemenin yeri yoktur. Yanılgıya, en azından aşırılığa götürür.
Avrupa’nın bitmeyen Alman-Fransız çatışması
Avrupa kültürünü yaratan İtalya’dır. Bu kıtayı dünyanın diğer yerlerinden ayıran müzik orada doğmuştur. Eski Yunan dünyası ile ilişkiler oradan başlamıştır. Latin kültürünün bile yeniden yorumlanması İtalya’nın işidir. Ancak Alplerin kuzeyindeki Almanya ve Fransa, Avrupa’nın kendileri olduğuna dün de bugün de inanırlar. İşin esasında Fransa milli devlet ve milli kimlik olgusunun kurucusudur. Almanya da bu özellikleri komşusundan öğrenmiştir.
Alman orduları düşmanın durumunu iyi biliyordu
Bütün 19. asır Fransız ve Alman rekabeti ile geçmiştir ve kıyamet 1870 Sedan Savaşı’nda kopmuştur. 1870’te büyüklük hastası III. Napolyon’u savaşa kışkırtan Bismarck politikası amaca ulaşmıştı. Bismarck ve etrafındaki Moltke gibi kurmaylar Alman ve Fransız ordularının durumunu iyi biliyordu ve mukayese yapabiliyordu. Fransızlar ise sadece kendilerini biliyorlardı ve yanlış biliyorlardı. Anatole France’ın deyişiyle parlamentoda “Askerimizin kaput düğmesine kadar her şeyimiz tamam” diye bağırıyorlardı ama Sedan’da Fransız genelkurmayının haritalarının bile eskimiş olduğu anlaşıldı.
Savaş ve yenilgi Fransa’ya çok acı geldi, galip gelen Prusya ve müttefik Alman devletleri bu kanlı zaferden sonra birleşeceklerdir. Bismarck’ın yanında bir zamanlar Sultan II.Mahmud’un ordusunda müşavir yüzbaşı olan Moltke, diğer Alman kral ve prensler ve ruhani reisler dizilmişti. II. Wilhelm, oğlu Frederich Wilhelm ve torunu geleceğin Kayzer Wilhelm’i aynı salondaydılar. Yakın gelecekte “Üç imparatorlar yılı” denen aynı yıl için de tahtta birbirlerini izleyeceklerdir.
Bismarck bu parlak zaferi Fransa’nın onurunu kırmak için teatral törenlerle de perçinledi. Bunların başında gelen gösteri Fransız devletinin anıtlaşmış hali ve Fransız medeniyetinin sembolü sayılan Versailles’da Prusya kralı II. Wilhelm’e Alman imparatorluk tacını giydirmek olmuştur. Tabii bu taç, tarihi Alman tacı değildi. Tarihi Germen-Roma tacı Viyana’daki imparatorluk hazinesindeydi. Versailles’da giyilen taç sembolleşemeyen ve kitlelerin gözünde kutsallaşamayan bir Alman tacı olacaktır.
Aklı başında Almanlar: ‘Fransız kültürü dize gelmez’
Bismarck çoktan Alman prensliklerini ve krallıklarını elde etmişti. Bazıları da Versailles’dan sonra imparatorluğun parçası oldular. Şaşkın resmi tebliğler; Fransız devletinin, ordusunun, milletin ve kültürünün dize getirildiğinden söz ediyordu. Vakıa aklı başında Alman çevreleri “Fransız kültürü dize gelmeyecek kadar muhteşemdir” diye cevap verdiler, doğrusu da buydu.
Fransa’ya ağır bir borç yüklenmişti. Kamusal kampanyalarla hemen ödendi ve 18 Ocak gibi kara bir gün hafızalardan silinmek istendi ama zihinlerden silemediler. Avrupa medeniyetini mahveden birinci büyük savaş gerçekte Fransız-Alman rekabetinden ortaya çıktı ve Versailles’daki törenin intikamı Fransa’nın Almanya’yı ezdiği aynı yerdeki Versailles Antlaşması ile alındı. Versailles’ın yanındaki ve içindeki bir takım yerlerle salonlarda yapılan antlaşmalarla Avusturya ve Macaristan da ufalandı. Almanya’nın müttefiklerine bile acımasız davranıldı. İntikam savaşı ikinci harp ile devam etti.
Bugünkü aşırı işbirliği de ortalığın düzenini bozdu
Savaştan sonra General de Gaulle ve Almanya’da Hitler karşıtı olan muhafazakâr cephenin temsilcisi Adenauer yeni bir Avrupa’dan söz ettiler. İki eski Avrupalının ve kurmaylarının kafasındaki özlemin birleşik Avrupa olduğunu söylemek güçtür. Pasaportsuz gezilen, serbest mübadelenin geldiği, sermaye işbirliğinin kolaylaştığı, üretimde birliğe gidilecek bir Avrupa o zaman için yeterince ileriydi. Avrupa’nın komünizme karşı askeri işbirliğini ise Avrupalıların kendileri değil, ABD örgütlemişti. NATO yapı olarak da işleyiş ve anlayış olarak da eski Avrupa için fazla modern bir kuruluştu. Bugünün Avrupası eskinin çatışan Fransa ve Almanyasının gerçeğin ötesinde aşırıya varan ve söylem biçimi gerçeği aşan işbirliği ile yürüyor. Çatışma kadar bu işbirliği de ortalığın düzenini bozmaya başladı.
18 Ocak 1871’de Versailles’daki törenle bugünkü Avrupa törenleri arasında nerdeyse 130 yıllık bir süre var. Birisi dünya hakimiyetini ele geçirmek isteyenlerin gövde gösterisiydi; bugünkü törenler ise “biz en asiliz, en zenginiz” diye kendini kabul ettirmek isteyenlerin çığlığıdır.
Anton Çehov‘un 150. yaşı