Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Türkiye’nin bugün başına gelen bir çok şey Suriye’deki durumun ve Suriye politikasının sonucudur” gibi bir söylemi oldu.
Önemsenmesi gerekir.
......................
Suriye politikasının uzun tahlillerini yapabilirim.
Türkiye’yi bu yola adeta itekleyen başta ABD olmak üzere dostların çark edişlerinin de Ankara’yı kontrpiyede bırakmış olması bir gerçektir.
Ankara’nın bu değişim işaretlerini görebilmesi, sezebilmesi, kontrpiyede kalmaması mümkündü.
Başka bir yazıda gerekirse bunları açabilirim.
Ama asıl olan “bütün bunları görmemek, hissetmemek için hayal dünyasındaki zihniyet ısrarıdır.”
Davutoğlu görevden ayrıldığı için kırıcı olmak istemem.
Ayrıca...
İnsan ilişkilerinde zarif ve çelebidir.
Ama...
Numan Kurtulmuş’un işaret ettiği “Suriye politikasındaki yanlışlık adresinde onun adının yazıldığını” düşünüyorum.
“Hayal âlemi” derken şu üç söylem bile yeterli:
“Devlet-i aliye...”
“Ecdadımızın haşmeti...”
“O ülkeler bizim bakiyemiz...”
“Yeni Osmanlı” zihniyetinin Batı’yı ve Rusya’yı istihza ile gülümseten, Arap ülkelerini ise öfkelendiren bu ve benzeri söylemleri, Suriye seyir defterinde atmosfer değişimlerinin Ankara’da algılanmasını engellemiştir.
Neyse ki dönüş işaretlerini almaktayız.
Başbakan Binali Yıldırım’ın “geçiş döneminde Esad’ın bir süre görev başında kalabileceği” söylemini yazın bir kenara.
.........................
Türk Silahlı Kuvvetleri 42 yıl önce Kıbrıs’a girmişti.
Hâlâ çıkabilmiş değil.
Türkiye bu silahlı operasyon nedeniyle özellikle Batılı dostlarından (!) 10 yıllardır negatif elektrik yüklemelerine maruz kaldı.
ABD’nin Türkiye’ye uzun süre uyguladığı silah ambargosu...
Türkiye’nin AB’ye tam üyelik görüşmelerinde önüne sürekli olarak konan “Kıbrıs’taki silahlı varlığı” ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin her defasında masaya attığı “veto” kartı.
Bunlar “kalıcı” algısı yaratan sınır ötesi askeri harekât için ders alınması gereken önemli gerçeklerdir.
42 yıl önce TSK’nın adaya bu silahlı müdahalesi “kesin gerekli” miydi?
Elbette.
Hatta...
“Gerekliden” öte ıskalanamaz, ertelenemez bir “zorunluktu.”
TSK’nın Suriye’ye bu son “Fırat Kalkanı” operasyonu için de bu aynı “ıskalanamaz, ertelenemez zorunluk” kendini dayatmıştı.
Operasyon 15 Temmuz darbe kalkışımı sonrasında TSK’nın en fazla yara aldığı ve özgüveninin sarsılmış olabileceği kuşkuları yaşanırken gerçekleşti.
Sahadaki başarısının ötesinde operasyon, TSK’nın kendine özgüvenini, Türkiye’nin “peygamber ocağına” itimadını, uluslararası aktörlerin de bunu dikkate alması gerektiğini ortaya koydu.
Öyle görünüyor ki -göreceli olarak- “uzun” sayılabilecek bir süre daha TSK, “Azez-Cerablus hattı ve güneyinde” kalacak.
Oradan çekilmesi halinde boşluğun gene DAEŞ ya da PYD tarafından doldurulması galip ihtimaldir.
Büyük risktir.
Kendi arasında koordinasyonu, liderler hiyerarşisi, asgari müşterekleri olmayan ÖSO, “yamalı bohça” yapısıyla bu alanı koruyamaz.
Zaten TSK olmasaydı ÖSO böyle bir alan hâkimiyeti kurabilir miydi?
Kaldı ki...
Başta ABD olmak üzere koalisyon güçleri “TSK’yı yanına alarak birlikte DAEŞ’in başkenti durumundaki Rakka’yı da ele geçirmek” söylemlerini sıklaştırdı.
Bu da TSK’nın Suriye topraklarında “kalma süresini” ABD tarafından “kullanılma raf ömrüne” dönüştürmek kuşkusunu vurgulamakta.
Gene de yakın zamana kadar Türkiye’nin “şerefli yalnızlık dramasında tek başına sahne almak” konumundan birkaç tık daha iyi.
....................
Ancak...
Süre ne kadar uzarsa Türkiye’nin riski o kadar büyüyecektir.
Hem de “geometrik diziyle” şişerek.
....................
Riskleri “sıfırlayarak” veya en azından “asgariye indirerek”, güney sınırlarımızı güvene almak suretiyle TSK’nın dönüşü için pek çok stratejik ve taktik hamleler gerekebilecektir.
Ama...
Kendine özgü her olay için tavır belirlerken değişmez hedefin “Suriye’nin bütünlüğünü yeniden kazanması” değişmez rota olmalıdır.
....................
Satırlarımda, Sayın Osman Korutürk’ün “Suriye Politikasını Değiştirmek” başlıklı makalesinden de yararlandım.