06.07.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
Asu Maro- BİR PORTRE
Diyarbakır Silopi’de alay içtiması. Komutan, “Bir dansçı varmış, nerde o?” der. 26 yaşında genç bir adam çıkar. “Sen balet misin? Bir bale yap bakayım”... Parkasıyla, postalıyla ‘bir bale’ yapar dansçı asker. Hem de üçlü dönüş... Takdir beklerken “Bu ne lan?” olur aldığı karşılık... “Bu mu bale? S.tir git yerine.”
Kahkahalarla gülen yüzlerin arasından geçerken ağlamaya başlar. O bu sanata ömrünü vermiştir... Bölük komutanı gelip sırtını sıvazlar sonra. “Aldırma” der, Mazlum Çimen kendine gelir. Yürekli bir ana babanın, Nesimi ile Dilber’in oğludur o.
18 Haziran 1958’de Maraş Elbistan’ın Sevdilli köyünde dünyaya gelir Mazlum Çimen. Aslen Tunceli Hozat’lıdırlar. Annesi Karabal aşiretinden Cafer Tan’ın kızı Dilber, babası kalaycı Nesimi Çimen’dir. Kayseri Sarız’ın İncemağara köyünde yolları kesiştiğinde her ikisi de evli ve dörder çocukludur. Ama gönül ferman dinlemez, Dilber kaçar Nesimi’yle. Önce Sevdili’ye oradan Adana Kadirli’ye yerleşirler. Tek bir çocukları olur:
Yaşar Kemal’in yardımıyla
Mazlum Çimen. Kalaycılık, ırgatlık, tarım, babasına yardım eder çocukken hep. Derken Nesimi arkadaşı Yaşar Kemal’in yardımıyla İstanbul’a gider ve Betebe mozaik fabrikasında çalışmaya başlar. 6 ay sonra fabrikada greve gidilir, Nesimi Çimen de komünizm propagandası yapmaktan işten atılır. Ardından İşçi Partisi’ne katılıp ailesini de yanına alır. Yıl 1966’dır ve ezelden beri bağlama çalıp Alevi deyişleri söyleyen Nesimi bir halk ozanı olarak tanınmaya başlamıştır artık. Zeytinburnu’ndaki gecekonduları bir dergâhtır adeta. Mehmet Ali Aybar’ların, Behice Boran’ların, Abidin Dino’ların, Tülay German’ların girip çıktığı...
Kavacık’a taşınırlar, bu kez komşuları Can Yücel, Yılmaz Güney, Kuzgun Acar... Mazlum Çimen için onu mavi BMW’siyle okuldan almaya gelen Yılmaz abisi, okul masraflarını karşılayan Can Baba’sıdır etrafındakiler. Ne şanslı bir çocuk olduğunu yıllar geçtikçe anlar.
8 yaşında gözaltı
Hayata dair pek çok şey gibi nezarethaneyle de çok erken tanışır: 8 yaşındayken! Halk Oyuncuları Pir Sultan oynamaktadır. Tunceli turnesinde olaylar çıkar, Nesimi’yle beraber oğlu Mazlum da alınır içeri. Polisler ona süt ve bisküvi verirler, dört gün sonra da İstanbul’a gönderirler. Babası iki ay sonra döner, bıyıklarının yarısı tek tek koparılmış, yerine kan oturmuş olarak.
İlk oyuncağı babasının curasıdır. İlkokulu bitirdiğinde Can Yücel “Konservatuvara göndersenize bu çocuğu” der. Ne yapması gerektiğini bile bilmeden girer sınava ve birincilikle kazanır İstanbul Devlet Konservatuvarı’nı. “Keman çal sen” derler. Gelgelelim Çimen ailesinin keman alacak parası yoktur.
Okulun hediye ettiği kemanla dört yıl okur. Ama akşamları çalışmak mümkün değildir Nesimi’nin dergâhında. Tam kemanı eline aldığı anda masalar kurulur, sazlı sözlü muhabbetler başlar, Mazlum Çimen de bağlamasıyla eşlik eder babasına.
Sonunda anlar ki ev ödevi olmayan bir bölüm lazımdır ona. Neresidir o bölüm? Bale! Halk ozanı Nesimi’nin oğlu, 14 yaşında giyer taytını, bale bölümüne geçer. Bir babası bilmez bunu. Öğrendiğindeyse tek bir şey söyler:
“Nerede mutluysan orada yaşa.”
Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak okuduğu konservatuvardan 1979’da mezun olup Devlet Opera Balesi’ne girer Mazlum Çimen. Yirmi yıl onlarca klasik eserde, Şan Tiyatrosu’nda da “Yedi Kocalı Hürmüz”den “Hisseli Harikalar Kumpanyası”na sayısız müzikalde dans eder. “Artiz Mektebi”yle müzikaller dönemini, 2002’de “Emrah ile Selvihan”la da bale faslını kapatır. Ancak aralıksız sürdürdüğü ikinci bir sanatı vardır neyse ki: Müzik.
Babasıyla köy köy dolaşıp derleme çalışmalarına katılmış, bir yandan da Orhan Gencebay’ınkiler dahil pek çok albümde bağlama çalmıştır. Lakabı ‘uçan parmak’tır.
1989 yılında müzik hayatında yepyeni bir dönem açılır: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda “Yunus Emre” oyunu için koreograf ve besteci aranmaktadır. Öyle bir adam ki klasik müziği de, Aleviliği de, tasavvufu da, baleyi de bilecek. Akla gelen ilk ve tek isimdir Mazlum Çimen. Oyunun başarısı onu memleketin önde gelen film müziği bestecilerinden biri yapacak yolu da açar. Onat Kutlar bir gün “Aysarı’nın Zilleri”nin senaryosunu tutuşturur eline. Ertesi gün sorar: “Okurken kafanın içinden hiçbir melodi geçmedi mi?” “Geçti tabii.” “E otur yaz işte, film müziği bu.”
Sonra “Mem û Zin”, “Soğuk Geceler”, “Işıklar Sönmesin”, “Büyük Adam Küçük Aşk”... 14 adet ödül alır film müzikleriyle. En son Derviş Zaim’in “Nokta”sıyla hem Adana, hem Antalya hem de Montpellier Film Festivali’nden ödülle döner.
Bir yandan albümler de birbirini izlemektedir. Eskiden Banu Kırbağ, Edip Akbayram, Fatih Kısaparmak gibi isimlere verdiği bestelerini kendi seslendirmekten keyif almaya başlar zamanla. İlk olarak 1990 yılında Levent Güner ile birlikte “Eski Bir Sevda”yı çıkarır. Arkadan “Çimen Türküleri”, “Çimen Sesleri”, “Feryad-ı İsyanım”...
Oğluyla çalışıyor
1993’ün 2 Temmuz’unda Türkiye tarihinin en kara sayfalarından biri olan Sivas katliamı Mazlum Çimen’in de tutunduğu dallardan en önemlisini, babası Aşık Nesimi Çimen’i koparıp götürür. Unkapanı Sivas ağıtlarıyla yıkılırken o Edip Akbayram’ın sesiyle ünlenen “Sen Benden Gittin Gideli”yi babasının ardından yazdığını bile kendine saklar, herkes onu aşk şarkısı sanır. Ki aşktır da zaten...
Son solo albümü “Buluşmalar”ı 2006 yılında çıkaran Mazlum Çimen, şimdilerde çalışmalarını 26 yaşındaki piyanist oğlu Saki Çimen ile birlikte götürüyor. Baba - oğul, bu yıl Çimen Müzik’i kurarak çalışmalarını peş peşe yayınlamaya başladılar. Önce “Umut” filminin müzikleri çıktı, sırada bol ödüllü “Nokta” ve “Sol Cellat” var.
Bir bale yazıyor
Bir yandan da kendi yolunu çizmiş olmanın iç rahatlığıyla başa dönüyor Mazlum Çimen müzik serüveninde. Yakında sadece bağlama ve babasının curasını çalarak zamanında onunla birlikte söyledikleri deyişleri seslendirecek.
Bir de bale yazıyor annesiyle babasını anlatan. Adını “Aşk Çocuğu” koymak, niyeti. Acılara, kayıplara, zorluklara rağmen yaşama tutkuyla bağlı ise, hâlâ “hayatın insana bağışlanmış bir armağan olduğuna” inanıyorsa, sebebi en çok bu çünkü. Harcında mevcut olan aşk.
BİR ANI
‘Mazlum, işte o adam bu!’
Tülay German ile Seine nehrinde bir teknedeyiz. Yağmurlu bir hava, ben bağlama çalıyorum. Birden sakallı bir adam girdi içeri. “Ben bu adamı tanıyorum bir yerden” dedim ama beynim ona ihtimal vermiyor. Sohbet ettik, babamın bestelerinden çaldım. Sonra birden “Bu o!” dedim. Yıllar önce babam Paris’ten gelmiş, bana diyor ki, “Mazlum, bir adamla tanıştım, gitar çalıyor.” “Kim baba?” “Bilmiyorum ama acayip önemsiyorlar adamı.” Tesadüf gene yağmurlu bir havaymış, babam curasını yağmurluğunun içinden çıkarmış, adam şaşırmış bunu mu çalıyor diye. “Ben çaldım, o adam küçüldü küçüldü sanki curanın içine girdi” diye anlattı. Yıllarca “o adam” dedi durdu, kimdir anlamadım. Sonra bir gün eski bavulunun içinde bir fotoğraf buldu, dedi “Mazlum, işte o adam bu”. Bir aldım, “Baba bu mu?” dedim, “o Peter Gabriel”!