12.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
NİL KURAL Berlin
Reha Erdem, bu yılki Berlin Film Festivali’nde yeni filmi “Jin”i sundu. Festivalin Generation bölümünün açılışını yapan film, PKK’dan firar eden ve İzmir’e gitmeye çalışan 17 yaşında bir genç kızın, ormanda yaşadıklarını konu alıyor. “Jin”, Berlin’de 1000 kişilik salonu dolduran galasından sonra Alman basını başta olmak üzere övgülerle karşılandı. Filmini sunmak için Berlin’de olan Reha Erdem’le “Jin”i konuştuk.
Bu filmin fikri ne zamandır aklınızda?
Gerilla olmak, kız olmak, dağlarda olmak gibi konulara hep bakıyordum. Kadın olarak oralarda varolmanın zorluklarından da bahsetmiyorum. Sosyal tarafından çok insani olarak yaşadıklarını merak ediyordum. Nasıl yapıyorlar bazı şeyleri? Vücutlarını nasıl kullanıyorlar, nasıl kolluyorlar mesela? Birdenbire “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ı hazırlarken, heves geldi ve imkan doğunca “Jin”e başladık. Türkiye’de çekilen filmlerde, dizilerde en masum gözükenlerde bile bir kahramanlık, militarizm övgüsü var. Bunun çok ucuz şekilde yapıldığını düşünüyordum. Bu durum da bir motivasyondu.
“Jin”de işlenen konu çok hassas. Endişe yaşadığınız anlar oldu mu?
Endişe yaşamadım. Ne olursa olsun diye de gittik çekime. Ama çekerken içimizin karardığı çok oldu. Zannedersem çekimlerin 10. günüydü. Akşam otele dönüyorduk, çok korkunç çatışmalar başlamıştı, ciddi kayıplar verilmişti. Çok moral bozucuydu. Biz şaka gibi bir şey yapıyoruz, akşam geliyorsun ve bunu görüyorsun diye düşündüm, üzücüydü. Üzerine bir şey yapıyorsun ve orada insanlar ölüyor. Uykumun kaçtığı çok oldu.
“Jin”i nerede çektiniz?
Kaz Dağları ve iç Toroslar’ın üstlerinde çekim yaptık. Tam kendisini belli etmese de, tahmini olarak Kandil civarında geçiyor hikâye. Filmin en zor kısmı lokasyon çalışmasıydı. Her yeri kontrol ettirdim, geçtiği bölgeye benzemesine çok dikkat ettim. Oralar aynen çekim yaptığımız yerler gibi... Çok benzer fotoğraflar gösterdiler. Bu film bir hayal ettirme aracı, diğer filmlerim gibi. “Beş Vakit”in köyüne gelenler, bu köy orası değil diyorlar ki, film o köyde çekildi.
Dağlarda çekim zor oldu mu?
Ekip zorlandı ama böyle zorlanmalar zevkli. Şehirde zorlanmaktansa dağlarda zorlanmayı tercih ederim. Çok yoruldum diğer yandan da. Ne kadar küçük ekip de olsak 30-40 kişi her gün 80 km yol yapıyorduk, bütün malzeme taşınıyordu. Ama çekimlerin yapıldığı yerler o kadar heyecan vericiydi ki...
Filmdeki hayvanlar dijital olarak mı yaratıldı? En çok dijital efektin olduğu filminiz “Jin” denebilir mi?
Aslında bir sürü filmimde var da, burada belki daha çok gözüküyor. Teknik olarak çok da önemli değil, orada olmaları. Elimizden geldiğince dijitalden kaçmaya çalıştık. Filmdeki ayının yüzde 80’i gerçek. Bütçemiz olsa gerçek vaşakla da uğraşırdık. Vaktimiz ve bütçemiz yüzünden uğraşamadık. Hikâyeyi masala yönlendirmeye çalıştım. Zaten gerçekliği, sosyalliği o kadar ağır ki meselenin. Her yönüyle ağır ve vahim. Gerçekçilik gibi derdim de yok, hoşlanmıyorum da.
‘Galalar sarsıyor beni’
Berlin’deki gösterimler sizce nasıl geçti?
Galalar sarsıyor beni. Yeni gördüğümüz için çok fazla insana göstermek istiyoruz ama galanın yapıldığı yer sinema salonu olmadığı için sesler hayal ettiğimiz gibi olmadı. Ön blokta kaldı sesler. Bir süre sonra unutuyorsun ama ilk başta böyle rahatsızlıklar oluyor. Film yapmanın en zor bölümleri benim için bunlar. Yerine otursun her şey bir an önce istiyorum.
Filmin başrolündeki Deniz Hasgüler’i nasıl buldunuz?
Özellikle ana dili Kürtçe olan bir oyuncu istiyorduk. Deniz, oyunculuk kökenli de değil. Ankara’dan bir evden televizyonun karşısından aldık getirdik diyorum hep. Tuhaf bir şey var, kameranın karşısına geçince başka bir şey olarak gözükme gücü var. Çok da heyecanlı ve istekliydi. Tabii ki zorlandı. Ana dublörü ve dublörleri vardı. Deniz, “Şarkı Söyleyen Kadınlar”da da oynadı.
“Jin”le “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ı aynı anda çektiniz. Nasıldı bu süreç sizin için?
Büyük zevk. Keşke bir tane daha olsaydı. Benim için hayat bu, başka bir şey değil.