Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu günlerde çoğu kişinin ağzında aynı terane:

- Bu memlekette yaşanmaz, gidip başka yerde yaşayacağım...

Biz de bir zamanlar aynı heves içindeydik...

Sene 1965... Bendeniz 23 yaşındayım... Mülkiye’nin daha birinci sınıfında okuldan sıkılmışım. Okuldan olduğu gibi ülkeden ve halktan da sıkılmışım. Sınıflı toplum bunaltıyor. Bir başka dünya ve hayatı özlüyorum. Kafama sinemacı olmak takılıyor. O yıl herkes okulun yolunu tutarken bendeniz annemden aldığım 200 dolarla trene atlıyor, İsveç’in yolunu tutuyorum.

Para üç günde tükeniyor, Lund şehrinde bulaşıkçılığa başlıyorum. Sonra biraz garsonluk, fabrika işçiliği, sabahları gazete dağıtım işi...

Türk işçileri henüz ortada yok. Kara kafalı erkekleri yani bizi seviyorlar. Kızlar çok ilgili. Hayat güzel... Alabildiğine özgürlük. Üniversite burs veriyor ama pek ilgilenmiyorum.

Haberin Devamı

Bir yıl geçti... Mayısın 15’iydi... Gök karanlık, durmaksızın yağmur yağıyor. Türkiye’yi düşünüyorum. Bahar gelmiş olmalı. Bizim insanımızın iyi taraflarını orada fark ediyorum. Orada ilişkiler mekanik. Programlı ama monoton bir hayat yaşanıyor. Bu bizi sıkar, onları sıkmıyor, aksine mutlu ediyor. Hafta sonu şehir boşalıyor, pis bir yalnızlık etrafı sarıyor. En önemlisi... Kuvvetle hissediyorum ki... İsveç’in bana ihtiyacı yok. Benim İsveç’e verebileceğim bir şey yok. Ama Türkiye’de insanlara bir faydam dokunabilir. Bana İsveç’te sağlanan imkânlara içimden teşekkür ediyor, sunulan istikbali orada bırakıyorum; ver elini güneşli ülkem...

Hayatımızın kökleri buradayken başka bir yerde yaşam hep eğreti, hep eksik kalıyor.

Bernard Shaw...

İkinci Dünya Savaşı başlamış ama İngiltere henüz savaşa girmemiş. Bir gazeteci Bernard Shaw’a sorar:

- İngiltere İkinci Dünya Savaşı’na girmeli mi?

Bernard Shaw der ki:

- Birinci Dünya Savaşı’nda üç imparatorluk yıkıldı. Çarlık yıkıldı, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, Avusturya - Macaristan İmparatorluğu yıkıldı. Eğer bu savaşta da Büyük Britanya İmparatorluğu yıkılacaksa girelim o savaşa...

O zaman der ki gazeteci:

- Siz sürekli basın özgürlüğünün yetersizliğinden yakınmaktasınız. Oysa imparatorluğumuz batsın bile diyebiliyorsunuz. Nasıl olur da hâlâ basın özgürlüğü yok diyebilirsiniz?

Haberin Devamı

Shaw gülümser:

- Siz benim neleri söylediğimi biliyorsunuz ama neleri söyleyemediğimi bilmiyorsunuz...

? ? ?

Nelerdir söylenemeyenler? Egemenlerin koltuğunu tehlikeye düşürebilecek mevzular.
Kimi zaman açık baskıyla, kimi zaman görünmeyen mekanizmalar kullanılarak basın mengeneye alınır.

Eğer her şey yazılsa bir gün bile ayakta kalamayacaklardır ama yazılmadığı için kahramance ortada dolaşırlar. Bu yüzden basına teşekkür edecek yerde her gün eleştirirler.

KAHVE

Profesör Cem Kalaycı mesleğinde usta bir gastroenterolog... Sindirim sistemi hastalıkları uzmanı... Sözü sohbeti keyifli bir dost. Geçende söz arasında dedi ki:

- Kahve dozunda içilirse karaciğeri koruyan ve bu özelliği tıbben kanıtlanmış bir içecektir...

- Nasıl kahve hocam?

- Türk kahvesi ya da espresso değil.. Filtre kahve olacak. Ancak fazla süte de boğmamak lazım. Günde iki fincan kahve içmek karaciğeri yıpranmadan korur... Siroz gibi hastalıklara yakalanmanın riskini azaltır. Yağlanmayı önler.

Aynı özellikler çayda bulunmuyor.. Anlaşılan kahveyi ihmal etmemek gerekiyor. Okurlarımıza duyurmuş olalım...

Haberin Devamı

İktidar emeklileri memnun etmek istiyorsa
Aylıkları “milletvekili emekli maaşlarına göre”
yeniden ayarlamalı!
? ? ?
İstikrar için oy istemişlerdi!
Ülke “kriz, darbe, terör, enflasyon ve işsizlikteki” istikrarıyla dünya şampiyonu oldu!
Akif Kökçe

ÇAN

Trabzon’daki Sümela Manastırı üç yıllığına kapatılmış. Kaya düştü deniyor, hiç inandırıcı gelmiyor. Bağnazlıktır sebep. Geçenlerde kaybettiğimiz sinema sanatçımız rahmetli Tanju Gürsu, Hürriyet’te gençlik yıllarının Trabzon’unu anlatıyordu:

“Trabzon’da, bizim büyüdüğümüz 1950’li yıllarda 18 konsolosluk vardı. Şems, Saba gibi otellerin restoranlarında öğle yemeklerinde piyano, keman çalınırdı. Eşim Ayla’nın annesi ve babası keman çalar, benim annem keman, babam ut çalardı. Evimizin tam karşısında İskenderpaşa Camii vardı. Biraz aşağımızda da İtalyan kilisesi vardı. Camide ezan okunurken kiliseden çan sesleri gelirdi. İtalyan kilisesinin papazları her ramazan bizim eve iftara gelirdi.”