Topal karıncaya sormuşlar; “nereye böyle acele acele”?
“Hacca gidiyorum” yanıtı vermiş!
“Varamazsın” demişler...
“Olsun, amacım öyle”.
Bugün, futbolun tüm transfer bombalarına inat, milyonlarca dolardan, milyarlarca borçtan fersah fersah uzak, önüne bir hedef koyup, karınca gibi çalışan ve sonunda başaran bir adamın öyküsünü anlatacağım size.
Merak etmeyin içinde futbol da var.
Ama hayat sadece futbol değil.
Hele azmin, iradenin, emeğin öne çıktığı yerde, futbol bir kenar süsü ancak.
Aslında “buzlu ova” olmalıydı Karlıova’nın adı... Orada kar bile üşüyor olmalıydı. Her şeyi örten beyaz, pastel bir buza dönmüştü ayazdan. 14 yıl önce tam da bu zaman, çatır çutur yürüyorduk Güneydoğu’nun gözden ve gönülden ırak beldesinde bilinmeze doğru.
Macera değil, “iş”ti amacımız.
Oldum olası sporun konforuna ekmek banmaya çalışmak yerine, yoktan var edilen sporun peşinde koşarak insanımızın azmini, iradesini, direncini sergilemeyi iş edinmişimdir kendime.
Umut güzel şeydir. Hele bin türlü yokluğun içinden yeşeren umut muhteşemdir. Mutlaka bilinmesi, paylaşılması gerekir.
Yine öyle bir havuç vardı önümde.
“Bizim imam gençlere gönüllü futbol öğretir” demişler, iyice merak ettirmişler, bitmiş işe su dökmüşler, Şırnak’tan Bingöl’e yollara düşürmüşlerdi bizi.
Yol tükenince tabana kuvvet...
Karlıova geride kaldı, Ekinyolu Köyü’nü geçtik, Köprübaşı Mezrası’nda sesler duyduk önce;
“Bu son tur... Kaytarma Hasan”!
“Dondum hocam”...
“Maçta hava daha soğuk olacak be oğlum”!
Durdular bizi görünce.
Manzara fantastikti... Ceketinin yakaları kalkık, makosen pabuçlu yağız Anadolu adamının tek sportif aksesuarı elindeki düdüktü. Arkasından bize faltaşı gibi bakan gençler, eprimiş formaların içine el örgüsü kazaklarını giymişlerdi. Ergen çocukların kimi kramponlarını çorapsız takmış, yarısında krampon bile yoktu. Kara lastik ya da sıradan ayakkabılar ile tutunmaya çalışıyordu buzdan sahaya.
Adı saha... Çizgiler “mesela”... Kale direkleri taştan. Doğa Ana’nın kendi imalatı düzlük bir alan.
Antrenman yapıyorlardı.
Soyunma odası, kenardaki ağacın dibiydi ve montların, kaşkolların yanında özenle ağaç dalına asılmış cübbe ile sarık onca yolda çektiğimiz eziyetin bedeli gibiydi.
Hoca’nın katmerlisini bulmuştuk işte...
Hem camide hem takımda hocaydı Nurettin Bulut...
İmam Hatip’in okul takımı kalesinde başlayan serüveni, Fırat Üniversitesi Elektrik bölümünde devam etmiş, cami görevine atandıktan sonra futbolun öğreticiliğine evrilmişti.
Futbola “şeytan işi” diye bakanlara, müezzin/imama topu yakıştıramayanlara rağmen, Kervansaray kulübünü kurmuş, her türlü terörün elinden kaçırdığı, evladı gibi sakındığı gençlere futbolu öğretmeye adamıştı kendini.
Yedi sene sonra da bizi bulmuştu karşısında.
Sene 2005... Milliyet’te koca puntolarla yazdık sıra dışı hikayesini.
Ne mi oldu?
Ulusal basın ve televizyonlar bayıldılar konuya... Türkiye sevdi. Takdir etti. Kucakladı Hoca’yı.
Yetmedi, Alman ZDF, İngiliz BBC Bingöl’e taşındı. Programlar, haberler yaptı.
Diyanet’ten takdirname, Milliyet’ten Namık Sevik Hizmet Ödülü sadece başlangıçtı...
Her fani için “tehlikeli” bir şöhret ortamındaydı ama onun hamuru farklıydı.
Nurettin Bulut, yurt sınırlarını aşan sevgi ve vaat selinin tadını çıkarmak yerine oturdu düşünmeye başladı “bu imkanları yöre çocukları için nasıl kullanabilirim” diye.
Ve “hem futboldan hem de betondan anlayan bir imam” olduğu ortaya çıktı... Bir proje hazırladı ki, Türkiye için mütevazı ama Bingöl’ün Karlıova’sı için inanılmazdı.
Tam 14 senesine mal olacaktı ütopyası... Projeyi kabul ettirmek ayrı, kaynak bulunmasını beklemek ayrı, yer temin etmek ayrı yıllarını aldı.
Oysa atla deve değildi hayali. Toplasanız iki üç yıldız futbolcunun galibiyet primi kadardı.
15 bini eş finansmanlı toplam 126 bin 600 lira bütçeli “Sentetik Futbol Sahası ve Sosyal Tesisler Projesi”, dönemin Kalkınma Bakanlığınca SODES Programı kapsamında 2011 yılında kabul edildi.
Ama yedi yıl boyunca yapmak için uygun tapulu arazi bulunamadı. Uygun araziler orman veya meraydı.
Bilmedikleri; katmerli hoca Nurettin Bulut’un “kazananlar asla vazgeçmeyenlerdir” sözünü yaşam tarzı yaptığıydı...
Çaba, takip ve nihayet geçenlerde temel atıldı.
Hâlâ Kervansaray takımının formalarını evde eşi yıkıyordur, hâlâ maça giderken minübüs parasını imam maaşından ödüyordur, hâlâ medeniyete direnenlere dert anlatıyordur ama eminim, temel atıldığı gün yeni bir projeyi masaya koymuştur Bulut.
Bu onun hayat tarzı.
14 yıldır her başarısında, her zorluğunda yanında gördüğü bir gazeteci olarak en mutlu insanların ilk sıralarındayım tabi.
Kararlı karınca Hacca vardı mı bilemiyorum... Ancak “Damlayan suyun mermeri deldiğine” bire bir tanık oldum.
İbn-i Sina’nın “taşı delen suyun kuvveti değil sürekliliğidir” özdeyişini kavradım.
Ve bu ülkede azim ile umudun hiç bitmeyeceğine inancımı pekiştirdi Nurettin Bulut.
Şu kadarını söyleyeyim; her türlü desteği hak eden bir insandır kendisi ve romanı yazılsa, filmi çekilse yeridir.
Kim demiş, “Hoca’nın dediğini yap yaptığını yapma” diye...