Ece Temelkuran

Ece Temelkuran

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Söz Diyarbakır Cezaevi’ne geldi. Ben anlattım, o dinledi. İkimiz de duygusallaştık, ağlama noktasına geldik yani. 12 Eylül’de yaşadıklarım anlatsam, siz de ağlarsınız. Her koğuş, her hücre ayrı bir dünya, her insanın yaşadığı bir romandı. Her gün yalvarıyordum ‘Allah’ım al canımı, kurtulayım’ diye. Deniz Bey dinledi ve dedi ki, “Bir daha siyasete, Meclis’e girersek, bunların hesabını soracağım.”

Günah

Radikal’deki köşesinde önceki gün Murat Yetkin yazdı. Elleri dert görmesin. DTP lideri Ahmet Türk, Deniz Baykal’la 1983’te Kasr-ı Kanço’da (Türk’ün konağı), yıldızların altında, rakı içip konuştuklarını anlatmış.
Ahmet Türk’ün sesi kulağıma geldi okurken. Telleri Diyarbakır Cezaevi’nde eğrilmiş, çok sigara, rakı, enfarktüs ve çok çocuğun ölümüyle eğitilmiş bir ses. Rakılı veya rakısız, değer adama. İnsanı kendi vicdanı önüne koyuveren bir ses o. Türk de vicdana çağırıyordu Deniz Baykal’ı.
Baykal’ın içindeki o yeri, serin, hakikatli yeri ses vermeye çağırıyordu. “Niye böyle yapıyor şimdi? Anlamıyorum. Günah!” diyordu. Demek Türk de benim gibi. Çünkü rakı içmek günah değil benim kitabımda, beraber içtiğin dostları unutmak günah...

Ayran

Deniz Baykal bu hakikatli sese “Ayran da içeriz” diye cevap vermiş dün. Ayran içilmiş zaten, belli, ayrı düşülmüş. Kürtlerle Türklerin, CHP ile DTP’nin ayrılığından söz etmiyorum.
Deniz Baykal, kendinden ayrı düşmüş! Bir insan kendinden ayrı düştü mü işi zor. Onu kendine geri çağıracak dostlara ihtiyacı vardır, rakı içerken beraber ağladığı dostlara... İnsaf, vicdan ve mantığa dayanan adalet demektir. Kimilerimizin içindeki insafı bulması için çok ama çok rakı içmesi gerekebilir. Efkâra kavuşmak kolay değil...

Güler...

Güler Zere’yi bırakmıyorlar. Öldür Allah bırakmıyorlar. Genç bir kadın hukuka ve vicdana aykırı bir biçime hapishanede ölmesi için bekletiliyor. İnsafa gelmiyorlar. Zafer Üskül önceki gün “Çarşafları her gün değiştiriliyor” buyurmuş. Daha ne istiyorsunuz! Merak ediyorum Zafer Üskül’ün ne kadar rakı içmesi gerekir?
İktidar rakı içmiyor. Hükümet meyve suyu seviyor. İnsafsızlığı bu yüzden mi? Değil. İnsan insafa illa ki içerek gelmez. Öyle olsaydı vay ki ne vaydı halimize!
Her insanın içinde, bazısında çok derinde, bazısında çağırıldı mı derhal gelecek kadar yakında, rakı ile ve hatta çay ile bile çağırılabilen, vicdanın sesi var. Olmalı. Yoksa vay ki ne vay halimize. O ses, “Boş ver yahu!” diyor arada bir bize, “Değmez” diyor. “Ne Güler Zere’nin ölümüne değer” diyor o ses, “Ne bütün çocukların ölmesine!”

Vazgeç!

“Değmez paşam” diyor, “Ne dünya malına ne devletin ikbaline”. Arada bir gürültüden, hatta kendi yarattığın gürültüden bile kaçıp oraya, o sesin tınladığı yere gitmek gerekiyor.
Yoksa nasıl yapacaksın bu hayatın ağlamasını? Seni alkışlayanlarla mı? “Padişahım çok yaşa!” diyenlerle mi? Kavga ettiklerinle mi? Bir sağlama gerekiyor insana eninde sonunda. İster rakı ile ister vişne suyuyla. Küfrediyor bazen o ses, “Vazgeç ulan” diyor, demeli “İnat etme bu kadar. Ölümlü dünya değil mi eninde sonunda”.
Siyasette bunun yeri var mı? Yok gibi görünür ama bilemezsin. İnsan eninde sonunda bunu da yapan. Çocuklara bakar bir sabah, aniden değişir dünya. Vazgeçer. İnsafa gelir.
Rakılı veyahut rakısız insaflı bir güncüğümüz olsa... Ayran içmek lazım değil bize. Ayrı düşmek hiç lazım değil. Güler Zere’nin ölmesi hele, hiç ama hiç lazım değil...