Evet, bugün 29 Ekim, Büyük Bayram. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 85. yılını kutluyoruz.
Evet, ben de katılıyorum, modern Türkiye'nin kuruluşunda bu tarihin yeri yadsınamaz.
Evet, Atatürk ve dava arkadaşlarının İstiklal Savaşı'yla birlikte gerçekleştirdikleri bu reformcu atılım, tarihimizdeki en önemli dönüm noktalarının başında geliyor.
Bunlar malum.
Ezbere bilinmekte.
Çünkü her 29 Ekim'de yinelenen bir söylem.
Ayrıca, aradan 85 yıl geçti ama bu klasik söylemin dışına genellikle çıkılmaz, çıkılamaz. Devletin resmi ezberi buna pek izin vermez. Cumhuriyet devleti tabulaştırmıştır bu klasik söylemi...
Cumhuriyet'e eleştirel yaklaşmaktan, Cumhuriyet'i sorgulamaktan hoşlanmayız.
Oysa Cumhuriyet'in kuruluşunda yalnız artılar yok, eksiler de var, 'aşırılıklar' da fazlasıyla var. Aradan 85 yıl geçmesine rağmen daha hâlâ bunlara gözümüzü kapatıyoruz.
Kapattığımız için de başlangıçta yapılan bazı yanlışların bugün Türkiye'ye birçok bakımdan nasıl ayakbağı olduğunu göremiyoruz.
Ya da görmek işimize gelmiyor.
Bunlar öyle yanlışlar ki, bugün demokrasi doğru dürüst oturmamışsa, bugün hukuk devleti doğru dürüst adalet dağıtamıyorsa, bugün özgürlükler düzeni doğru dürüst işlemiyorsa, başlangıçta yapılan yanlışların bugün de devam ettirilmesinden kaynaklanıyor.
85 yıldır değişmedi.
Her 29 Ekim'le birlikte "Laik Cumhuriyet'in korunması" üzerine neredeyse ezbere bildiğimiz nutuklar dinleriz.
'Korku nutukları'dır bunlar.
Hep 'düşmanlar'dan söz edilir bu nutuklarda, gelip Cumhuriyetimizi ham yapacak düşmanlar... Dile kolay, tam 85 yıldır ayakta kalabilmiş 'düşmanlar'...
Bu 'düşmanlar'ın Cumhuriyet'in yanlışlarıyla yaratıldığı, 85 yıldır da bu yanlışlarda israr edildiği, birinci sınıf demokrasi dışlandığı için ayakta kaldıkları pek öyle akıl edilmez.
Bu yanlışlardan biri:
"Türk var, Kürt yok!"
Türk ulus devletini yaratmak için, üniter bir devlet kurmak için Kürtleri yok saydık, Kürtçe'yi yasakladık. 1925'de çıkardığımız Şark İslahat Planı'nın 41. maddesinde Doğu ve Güneydoğu illeri tek tek sayıldıktan sonra şöyle denir:
"Hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır."
Canip Yıldırım'ın 'Anılar'ından 1930'lara ilişkin bir bölüm:
"Türkçe konuşmayanlara para cezası verildiği yıllar... Öyle bir hız verdiler ki bu işe, artık köylü şehire gelmemeye başladı. Diyarbakır'ın kenarında yakın köyler var, fakir köyler... Bunlar geçimlerini sağlamak için yoğurdu ayran yapar, bu ayranı getirirlerdi eşek sırtında, sokaklarda bağırırlardı, 'Hayde dev hayde dev!'(Hadi ayrana gel, ayrana gel) diye... Belediyenin zabıtaları bunları alır götürürlerdi, haydi bakalım para cezası..."(Taha Akyol'un köşesi, Milliyet, 11.10.08, s.21)
Bu yasak bitmedi.
12 Eylül askeri yönetimi de 1980'lerin başında Kürtçe yasağını tekrarladı.
Daha bu yakınlarda, Diyarbakır'da bir genç 12 Eylül'ün Kürtçe yasağını şöyle anımsıyordu:
"15-20 yıl OHAL ile(Olağanüstü Hal ile) yaşadık. PKK'nın ilk başlama yıllarında, Kürtçe'nin yasak olduğu dönemde insanımız fırından ekmek isterken, Kürtçe, 'Jimınra bı nan bıde bı Turki' derdi. Yani 'Bana bir ekmek ver, ama Türkçe diyorum!' Böyle bir yasak olabilir mi? Devlet bizim yaşadığımız acıları anlamalı..." (Mine Şenocaklı'nın Diyarbakır İzlenimleri, Vatan, 22.10.08, s.19).
Bu acılar bugün de sürüyor.
Devlet 'bu acıları' anlamadı.
85 yıldır anlamadı.
Belki de anlamak işine gelmiyor. Belki de rejim üzerindeki ağırlığını sürdürmek için bu 'düşmanlar'a ihtiyacı var. Belki de demokrasiyi bu yüzden sevmiyor. Demokrasi ve hukuk tam anlamıyla gelirse, ayrıcalıkları elden gidecek diye korkuyor. Belki de bu nedenle 85 yıllık 'yanlış'larda israr ediyor.
'Kürt meselesi'nde olduğu gibi, 85 yıllık bir yanlışı daha var Cumhuriyet devletinin.
Bu da 'laiklik'le ilgili.
Bunca yıl öylesine militan bir laiklik tarifinde inat etti, öylesine laiklik uygulamalarının altına imza attı ki, demokrasilerde vazgeçilmez olan bazı bireysel hak ve özgürlükleri çiğnedi.
Bir başka deyişle:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, geçen 85 yılda, 'Kürt meselesi'nin yanına bir de 'Laiklik sorunu'nu koydu. Türkiye'nin 'bölünmez bütünlüğü'nü korumaktan söz ede ede, 'irtica'yla mücadele diye diye birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletine kapıyı kapattı bu ülkede...
Bugün de kapatmaya çalışıyor.
Çünkü 'demokrasi'den korkuyor.
'Hukuk'tan korkuyor.
Ve bu korkular onca yıldır Türkiye'yi kanatıyor; maddi ve manevi açılardan tüketiyor; refah ve kalkınma yarışında ayakbağı oluyor.
Bu korkulardan kurtulmak lazım.
Türkiye'nin önünü açmanın yolu, Cumhuriyet devletini birinci sınıf demokrasi ve hukukla tanıştırmaktan, bunun için de öncelikle Kürt ve laiklik sorunlarını çözüm rayına oturtmaktan geçiyor.
85 yılın sonundaki umumi manzara böyle.
Parlak değil.