Türkiye, 15 Temmuz’da kendisine yapılan çok yönlü saldırının şifrelerini çözmeye çalışıyor. Bu saldırının operasyonel üstlenicisi olan FETÖ’nün Türkiye’de doğrudan yönlendirdiği ya da organik olarak sahip olduğu bir siyasi yapı ve/veya siyasi parti yoktu. Ancak, FETÖ, devletle birlikte, siyasi partilerin içinde de örgütlendi ve onları yönlendirmeye çalıştı. 17/25 Aralık’tan sonra ise AK Parti’de zayıflayan gücünü MHP’yi doğrudan ele geçirerek telafi etmeye çalıştı. Esasında MHP operasyonu darbenin siyasi ön hazırlığıydı.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, geçen gün “Mutlaka bu darbenin bir yerlerde, bir şekilde bir siyasi ayağının olması gerekir. Türkiye’nin siyasi tecrübesi bunu söylüyor “dedi. Kurtulmuş’a katılmamak mümkün değil, hatta bu kadar kapsamlı, uluslararası bir saldırının siyasi tarafını “ayak” değil de “beyin” olarak nitelemek gerekir.
Siyasi beyin...
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor; Türkiye’de gücünü milletten alan siyasi irade burayı çözemezse, 15 Temmuz’da başlatılan saldırıyı biz “yumuşatılmış” bir süreç olarak yaşarız ve darbeyle kısa sürede yapmak istediklerini zamana yayarak da yapma fırsatını vermiş oluruz.
Bu saldırının siyasi beyninin esasında iktisadi olarak neyi amaçladığını ortaya koyarsak siyasi tarafı da doğru tespit oluruz.
Bir önceki yazımızda Türkiye’nin kurmakta olduğu Varlık Fonu’nu konu etmiştik. Şimdi bu Varlık Fonu’nu Türkiye kuramaz, kurmamalı diye telaşa kapılanlara, Varlık Fonu’nu kanun tasarısını Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda engellemeye çalışanlara ve bunların gerekçelerine bakın... Burada darbe girişiminin siyasi beyninin nasıl çalıştığını, Türkiye’yi nerede konumlandırmak istediğini anlarsınız.
Bu anlamda FETÖ, gücünü ve operasyonel yeteneğini, Türkiye devleti ve toplumu içindeki örgütlenmesinden almıyordu. Türkiye’deki örgütlenme yalnız önemli bir kaldıraçtı o kadar. Esasında bu yapı, göründüğünün aksine siyasi olarak seküler, iktisadi olarak da yeni-liberal bir ideolojiyi yaymaya çalışıyor ve bu ideoloji etrafında iç içe geçen çemberler olarak örgütleniyordu.
Özellikle 17/25 Aralık sürecinden sonra, FETÖ’nün bu ideolojik yapısı ve buna bağlı stratejisi ortadadır. FETÖ bu süreçte çoğu “liberal” yazarı bu doğrultuda konsolide etmiş, hatta bazılarını iktidar partisi içinde etkin yerlere taşımıştır. Bu cümleden olmak üzere, bu strateji, operasyonel ve politik olarak doğrudan AK-Parti’yi hedeflememiştir. Doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve onun politik duruşunu hedeflemiş ve CHP, MHP hatta HDP’yi de “muhalefet” olarak bu doğrultuda dizayn etmiştir.
Hedef ve strateji...
“Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganı bir “çatı” slogandır ve somut hedef göstermektedir. “Seni Başkan yaptırmayacağız” aslında iktisadi ve politik bir hedeftir. Doğu illerinde tırmandırılan terör, çukur siyaseti, şehir merkezlerindeki canlı bomba saldırıları, hiç şüphesiz, 17/25 Aralık’ın devamı olduğu gibi, 15 Temmuz’un da öncüsüdür.
Ancak bu siyasi yönelimin geniş çeperine biz ekonomi alanı vasıtasıyla ulaşabiliriz. Çünkü ekonomi teknik bir alan olarak öne çıkmakta ve siyasi kümelenmenin dolaylı ancak en tutarlı destekçisi, tutkalı olarak önem kazanmaktadır. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “faiz tartışmaları” üzerinden yapılan eleştiriler, Merkez Bankası “bağımsızlığı” tartışmaları, buna bağlı olarak para ve maliye politikalarının büyüme yanlısı olarak yeniden dizayn edilmesi tartışmaları, (yani buraya itiraz) bize göre, FETÖ’nün dünyaya bakışının ve ideolojisinin aynasıdır.
Merkez Bankası, finansal istikrar yanında, büyümeyi de gözeten yeni bir para politikasına yüzünü dönmeye başlasın, maliye politikasında dışsallık oluşturacak, ekonomiyi küresel rekabette destekleyecek altyapı yatırımlarına, eğitim, sağlık gibi uzun vadede sosyal iyileşmeyi sağlayacak alanlara daha etkin bütçe sağlayan reformları yapalım dediğinizde koro halinde karşı çıkanlara baktığınızda ve bunların argümanlarını FETÖ’nün söylemleriyle karşılaştırdığınızda karşınıza anlamlı bir tablo çıkar. Şimdi bu çevreler, 15 Temmuz’un “dışarısı” ile bağlantısı olmadığını anlatmaya çalışıyor.
FETÖ aklayıcıları...
James Petras, Le Monde Diplomatique’te geçen ay hayli kapsamlı bir yazı yazdı. Bu yazıda Petras, bugün Batı’nın yeni hakimiyet hiyerarşini anlatıyor. Petras, bu hakimiyeti 4 katmanlı ve iç içe geçmiş bölgesel imparatorluklar olarak ele alıyor. ABD-Batı Avrupa, Asya Pasifik, Ortadoğu-Afrika ve Latin Amerika aynı hiyerarşiyle yönlendirilmeye çalışılan ama kendi içinde çok geniş ve farklı dinamikleri taşıyan ayrı yapı ve katmanlar... Esasında kriz de tam burada...
Bu dört imparatorluk alanı içinde, bazı ülkeler ekonomik ve siyasi olarak hiyerarşi dışına çıkma eğilimi gösteriyor ve bu, “müdahale” gerekçesi oluyor. Petras, ABD’nin Doğu Avrupa’dan başlayarak, Ortadoğu’yu içine alarak, K. Afrika ve Kafkasya’ya uzanan geniş bölgede, AB, Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan’ın “bağımsız” inisiyatif oluşturma riskinin çok önemli bir sorun olduğunu söylüyor.
İşte tam burada Türkiye, son yıllarda hem AB ile ilişkilerinde hem de Rusya ve diğer bölge ülkeleriyle geleneksel hiyerarşi dışında ilişkiler geliştirdi. AB’nin yeni bir birlik anlayışı doğrultusunda zorlanması, Rusya ve İsrail’le yeni bir ekonomik ve siyasi anlayış doğrultusunda geliştirilen ilişkiler, Suudi Arabistan’ın ve hatta İran’ın buraya Türkiye üzerinden eklemlenmesinin işaretlerinin ortaya çıkması, Türkiye-Rusya-İran arasında yerel paralarla ticaret ve yatırım anlaşmalarının konuşulması... İnanın bütün bunlar bize 15 Temmuz’un da öncesinin de nedenleri konusunda fikir verir ve FETÖ’nün üstündeki küresel gücü, onun amacını açıklar. Bütün bunlar ortadayken “Bu işin ‘dışarısı’ ile pek ilgisi yok, biz sorunu kendimizde arayalım” demek darbeyi bir başka biçimde sürdürme çabasından başka bir şey değildir.