05.11.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
Sekiz yıl önce bir şarkı söyledi ve ortadan kayboldu. Şarkısı hâlâ hatırlanıyor, "Alışamadım" dendiği anda herkes mırıldanabiliyor; "Dayanamam ben bu son gidişine..." şeklinde. Tam parladığı dönemde işadamı Mehmet Ali Yılmaz'la birlikte olarak müziği bırakan Sibel Bilgiç, şimdi yalnız bir kadın ve sekiz yıl aradan sonra Tiyatro Kedi'nin "Casablanca" müzikaliyle yine sahnelerde. Hakan Altıner'in sahnelediği oyunda Ingrid Bergman'la özdeşleşen unutulmaz Ilsa'yı canlandırıyor. Bütün enerjisini bir yıl önce açtığı güzellik merkeziyle müzikal arasında paylaştıran Bilgiç, bir de single çıkarmaya hazırlanıyor. Hep hayalimdi bir müzikalde oynamak. Ama gerçekleşeceğini düşünmemiştim. İnsan bir şeyi gönülden isteyince, bütün doğa bunun için el birliği yapıyor. Ben çok istemişim ki bütün doğa birleşti ve dedi ki "Biz Sibel'i bir müzikalde oynatalım, bunun için de gerekli bütün şartları hazırlayalım". Size sahnelere dönüş kararını verdiren ne oldu? Elbette. "Casablanca" bir klasik. İnsanların en çok aklında kalan şey, Humphrey Bogart'ın giydiği pardösüdür. Bir de filmdeki öpüşme sahnesi. Bu da çok polemik konusu oldu. "Casablanca" sevdiğiniz bir film miydi? "Öpüşmeye gerek yoktu" Öyle yazıldı, sanki yönetmeni ben ikna ettim, Atılgan Gümüş ille öpüşmek istedi de ben istemedim... Hayır, öyle bir şey yok. Ingrid Bergman ve Humphrey Bogart'ınki gibi bir öpüşmeyi tiyatro sahnesinde yapamazsınız. Orada gerçek bir öpüşme var, belki gerçekten seviştiler bilmiyoruz... Normal bir öpüşme olabilirdi, ona ben de yönetmenimiz de gerek görmedi zaten. Bu çok gerekli bir şey olsa ben giderdim, başkası gelirdi. Ama Tiyatro Kedi'nin böyle bir sansasyona ihtiyacı yok. Oyunda bu sahne baştan beri mi yoktu, yoksa siz mi yönetmenin fikrini değiştirdiniz? Bakmak zorundayız, Türkiye'de yaşıyoruz. Ben öpüşsem, yıllar sonra döndü ve öpüşerek döndü denilecek. Ne oyunum konuşulacak ne de şarkı söylediğim. Dönüşümü desteklemek için bir sansasyon yarattığım düşünülecek. Sansasyon olarak bakılmayabilirdi belki... Evet, Türkiye'de tek bir şarkı yapıp da unutulmayan nadir sanatçılardan biriyim. Allah'ın bir lütfu bu. Sekiz sene önce "Alışamadım" diye bir şarkı söylediniz ve müziği bıraktınız. Şarkı hâlâ hatırlanıyor... "Pozitif bir ışığım var" Ben çok genç yaşımda farkında olmadan çok doğru bir şey yaptım. O aralar bütün klipler konulu çekiliyordu, öpüşürken, sevişirken, el ele tutuşurken... Yönetmenimiz Ömer Faruk Sorak'a dedim ki, "Türkiye beni hiç tanımıyor. Bu klipte konu olmasın, sadece ben olayım, öyle bir şey yapalım ki Türk halkının beynine benim yüzüm kazınsın". Herhalde onun çok etkisi oldu. Işık çok önemli tabii, pozitif bir ışığımın olduğu kesin. Çünkü iyi bakan, hayatı seven bir insanım, kötü düşüncelerden hep uzak kalmaya çalıştım. Dua ederken "Allahım güzel duygularımı benden alma" derim. Şarkı sevilmiş belli ki, ama yüzünüz de unutulmadı bu arada... "Hayalim diplomatlıktı" Ankara'da Karpiç Bar'da caz söylüyordum. Ankaralıyım. Liseyi ABD'de bitirdim, dönünce Hacettepe İngiliz Dili ve Edebiyatı'na girdim. Ama yarım bıraktım çünkü müzik büyük aşkımdı. Siz albüm yapmadan önce de müzikle uğraşıyordunuz, değil mi? Ondan önce Hilton Oteli'nde. Parliament Super Band, Ray Charles'ı getirmişti. Hilton'un bilet satış bölümüne girdim onunla tanışmak için. Bir gece Ray Charles'ın tenor saksofoncusu Ralph Moore'la tanıştım. "Beni Ray Charles'la tanıştırır mısın?" dedim. Tanıştırdı, görmüyor adam, dokundu yüzüme. "Çok güzelsin, yüz hatların çok güzel" dedi. 10 dakika sohbet ettik. Sonra bir gün çay saatinde çalan orkestranın solisti gelmedi. Aykut Alpat dedi ki, "Sen şarkı söyler misin?" İki-üç tane şarkı söyledim, Hilton'dan da teklif geldi "Burada çalışır mısın?" diye. Öyle başladım. İlk Karpiç'te mi sahneye çıktınız? Hayır. İstanbul'a taşınayım, meşhur olayım gibi hayallerim hiç yoktu. Zaten hayat böyle bir şey. Siz bir şeyler düşünürken o muhakkak başka bir şeyler planlıyor. Hayalim diplomat olmaktı. Amerika'dan iki tane üniversite bursu almıştım ama annemi özlediğim için döndüm. Yoksa muhtemelen şu an Amerika'da bir kariyerim olacaktı. Bundan sonra iyi yazılar yazmış olsun Allah. Yaşamaya değer en güzel hayat sorgulanmayan hayatmış. Artık hayatı sorgulamıyorum. Yaşadığım şeylerden, beni ben yapan şeylerden çok mutluyum. Albüm hedefiniz var mıydı? "Ben çok cesur bir kızım" Vermedim. Bir karar değildi bu. Yani kasti yapmadım. Hayat her zaman planlanan bir şey değildir. Ortak verilmiş bir karardı, kesinlikle bir tarafın yaptırımıyla olmadı. Gece hayatına ve sahneye meraklı bir insan değilim. Belki albüm yapmayı bırakmayabilirdim ama yaşadığım hayat ona da müsait değildi. Bir gün ortadan yok oldunuz. Bu kararı nasıl verdiniz? Hayır. Ben çok mutlu oldum, hiçbir gün üzülmedim neden böyle oldu diye. İlişkime çok inanmıştım ve çok insanın cesaret edemeyeceği bir şey yaptım. Ben çok cesur bir kızım. 20 yaşında da çok cesur bir kızdım. Kendimle gurur duyuyorum bu anlamda. Hayatı fazla kurcalamamayı öğrendim. Bir de çok inançlı bir insanım. Yazı var, kader var, doğada birtakım enerjiler var. Bir sene önce bana "Bir müzikalde oynayacaksın" dese-ler, iki gün gülerdim. Peki bundan mutsuz oldunuz mu? Albüm yapmaya devam ederim. Sadece çocuğum olursa, yedi yaşına kadar hayatımın yüzde 90'ını onunla geçiririm. Ama sahne zaten istediğim bir şey değil. Bir kere daha bırakır mısınız müziği bir ilişki uğruna? O laf doğru değil. O neden vazgeçemez? Alkıştan. Bu bir insanın nefsini terbiyedir. Ondan vazgeçtiğiniz an, o popülerlik hastalığına yakalanıp abuk sabuk demeçler vermiyorsunuz. Sahne tozunu yutan bırakamaz derler ya... "Ben de eşimi tercih ederdim" "Ilsa'yla sizce benziyor musunuz?" diye sordular bana. Dedim ki, Ilsa'nın bir buruk kadın ifadesi var. Duygularını çok belli etmeyen, duru bir ifadesi var, evet ifade olarak benziyoruz. Ben de Ilsa'nın yerinde olsam, muhakkak ki eşimi tercih ederdim. Çünkü orada yıllar var, yaşanmışlık var, bir dava var, beraber çıktıkları bir yol var... Eskisi gibi bir aşk yok belki ama bir kahvenin bile 40 yıl hatırı varken, bu kadar uzun yıllar beraber olduğum bir insanı ben de gözden çıkaramazdım. Ilsa bir seçim yapıyor "Casablanca"da; kocasıyla aşık olduğu adam arasında. Siz de kendinizi ona benzetiyormuşsunuz... Oradaki aşkta hakikaten bir imkansızlık var. Onun için aşk zaten. Aşk hastalıklı bir duygu. Zaten Ilsa'ya Rick seçtiriyor kocasını, aşkından vazgeçen o aslında. Ama ben de eşimle giderdim. Çünkü aşk nereye kadar? Sevgi çok daha kalıcı bir şey, hayat arkadaşlığı, huzur çok daha güzel. Ben ayakları yere basan bir sevgiyi tercih ederim, aşkla başlamak kaydıyla. Aşkı gözden çıkarabilirdim diyorsunuz... "Stand up yapmak istiyorum" Beni daha gençken Prenses Stephanie'ye benzetiyorlardı, şimdi Prenses Caroline'e. Bu oyunla ilk defa Ingrid Bergman gündeme geldi. Bir hüzünlü ifademiz var. Benim de gülerken bile hüzünlü bir ifadem olduğunu söylerler. Bilmiyorum, aslında çok komik kızımdır. Bir stand up gösterisi yapmayı düşünüyorum. Çok projem var, ömrüm yeterse. Sizi Ingrid Bergman'a benzetirler miydi?