ABD’de Trump’un kazanması sıradan bir Cumhuriyetçi Parti zaferi değildir, Demokrat Parti’nin, daha doğrusu Hillary Clinton’un üç cephede (Temsilciler Meclisi, Senato ve başkanlık) kesin yenilgisi esasında ikinci Obama döneminin de yenilgisidir. Obama, 2008 yılında seçildikten hemen sonra Nobel Barış ödülünü aldı. Aslında bu ödül siyahi ve Demokrat bir başkan olarak Obama’ya değil, dünya kamuoyunun Obama’dan beklentisine verilmişti. Bush’un yakıp yıktığı, krize sürüklediği bir dünya vardı ve bu dünyanın, kendi deyimleriyle, “sürdürülebilir” olmadığını sistemin eski sahipleri biliyorlardı. Ancak Obama ne eskiye ne de yeniye yaranabildi. İkisi arasında bocaladı ve bu anlamda Hillary Clinton’un yenilgisini de hazırladı. Aslında kaybedenin Clinton değil, Obama olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Obama ne yaptı?
Peki Obama hiç bir şey yapmadı mı; hayır yaptı ama yapmaya çalıştığı ABD’nin artık tek başına ya da bitmekte olan AB’yi yedeğine alarak yapacağı “şeyler” değildi. Obama, Türkiye’yi yok sayarak AB ile Transatlantik Yatırım ve Ticaret Anlaşması’nı (TTIP) kotarmaya çalıştı. Asya tarafında ise Transpasifik Ortaklığı (TPP) ile ABD’nin ticari hegemonyasını pekiştireceğini sandı. Ancak ABD’nin anlaştım dediği Pasifik ülkeleri, biyoteknoloji, uzay teknolojisi, savunma sanayii, bilişim gibi yeni ekonomi alanlarında ABD’yi sollamaya başlamışlardı.
Nitekim, TPP müzakereleri tam da bu alanlarda tıkandı. Örneğin ABD’li ilaç üreticileri, bilgisayarcılar batacaklarını söyleyerek TPP’ye karşı çıktılar.
Obama ise TPP için atılan adımları büyük başarı olarak anlatıyordu. Aynı durum TTIP için de vardı.
Nitekim, TTIP’in hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini, bunun bir Obama-Clinton ham hayali olduğunu ABD’liler bile artık teslim etmişlerdi. Çünkü Çin’in tek kuşak projesi, başka bir deyimle Pasifik Asya’nın Avrupa ana karası ve Britanya ile bağlanması bitmekte olan AB ekonomisine dayanarak olmazdı.
Türkiye olmadan...
Bugün Pasifik Asya’sını Avrupa pazarına bağlayan üç önemli güzergâh var. Bu üç önemli güzergâh birbirini tamamlayan ve Asya-Avrupa arasındaki ekonomik entegrasyonu sağlayan çok önemli ticari geçişlerdir. Başta Çin olmak üzere, gelişmekte olan Asya’yı Avrupa’ya bağlayan üç ana koridor; a) Kuzey Koridor: Bu koridor, Rusya üzerinden Trans Sibirya hattı boyunca Rus ana karasından geçiyor, Kazakistan ve Belarus üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor. Biliyorsunuz, Rusya, 2010’dan beri, Belarus ve Kazakistan ile gümrük birliği içinde. Kuzey Koridoru, Kırım sorunundan sonra, Batı için çok önemli siyasi sakıncaları içeriyor. b) Orta Koridor: Bu yol, Çin’den kuzeye çıkıyor ve Kazakistan üzerinden Türkmenistan, Hazar (feribot) Azerbaycan ve Türkiye’den geçerek Avrupa’ya varıyor. c) Güney Koridor: Bu yol da Kazakistan’dan başlıyor ve Tükmenistan-İran-Türkiye hattını kullanıyor. Yeni İpek Yolu’nu oluşturacak ve Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayacak bu güzergâhlara baktığımızda orta ve güney koridorların Türkiye üzerinden gerçekleştiğini görürüz.
Yeni İpek Yolu ya da Rusya dışındaki orta ve güney koridorları Batı’nın karşısına şu çok önemli seçenekleri koyuyor: 1) Çin ve gelişmekte olan Asya gerçeği görmemiz gereken reel bir durum ve bu yeni bir kalkınma paradigmasını ortaya koyuyor. Bu kalkınma, batı ile buluşmak zorunda. Bu buluşmanın barış içinde olması için ekonomik ve siyasi entegrasyon çok önemlidir. Bunu ise ancak Yeni İpek Yolu güzergâhları sağlayabilir. 2) Yeni İpek Yolu’nun hangi güzergâh öne çıkarsa çıksın kilit ülkesi Türkiye’dir. Öte yandan, enerjide Güney Gaz Koridoru ve Türk Akımı ile Kafkasya, Rusya ve Doğu Akdeniz kaynakları Türkiye üzerinden dünya ticaretine dahil olacaktır.
Bunun için bütün dünya Türkiye’deki barış, demokrasi ve istikrarın üzerine titremeliydi. Türkiye’deki istikrarsızlık bütün dünyaya kriz ve felaket olarak döneceğini Obama yönetimi hiç anlamadı. Tam aksine DEAŞ ile mücadele adı altında, PKK uzantısı terör örgütlerine Irak’da destek verdi. FETÖ’yü görmezden gelerek 15 Temmuz darbe girişimini seyretti. Hatta ABD içinden bazı kesimlerin bu girişime destek vermesi Obama yönetimini rahatsız etmedi. Bütün bunların arkasında, zayıf, istikrarsız -gerekirse parçalanmış- bir Türkiye projesi vardı çünkü.
Belirsizlik biter mi?
Türkiye, yalnız ABD’nin AB ile yapacağı yeni entegrasyonun “sessiz-liberal” geçiş ülkesi olacak ve eski “teslimiyet” günlerine dönecekti. Yani ekonomide neoliberal teslimiyet, dış politikada da ABD’nin istediği herkesle, çıkarlarına uymasa da uzlaşan bir Türkiye amaçlandı. Zaten FETÖ darbe konseyinin adı bize bunu çok iyi anlatır. Şimdi AB’nin PKK hayranlığının da temelinde bu Obama dönemi stratejisi vardır aslında.
Sonuç olarak, Trump’ın kazanması yeni bir Bush dönemi değildir ama Obama dönemi belirsizliğinin de bitmesi demektir.
Korumacılık ve yeni ticaret düzenine gelince, yetmişli, seksenli hatta doksanlı yıllarda değiliz, herkes herkesin ürettiğini üretiyor, teknoloji saklanamıyor, haksız korumacılık yapan karşılığını görür. Bundan dolayı bu konuda Trump’ın seçim kampanyasında söylediklerine çok takılmayın derim. Ancak esas eğlence Fed tarafında... Sizce aralıkta faiz artırır mı?