Doğası gereği uzayan El Bab operasyonunda işlerin daha da çetrefilli hale gelmesi sürpriz değil. DAEŞ gibi hibrit bir sorunla, üstelik iç savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada sıcak çatışmaya girmişseniz, yönetmeniz gereken çok sayıda sorununuz var demektir. Yükünüzü artıran diğer konu, Suriye ve Irak’ta DAEŞ ile doğrundan çatışmaya giren tek devletin Türkiye olması. Dahası, koşullar uygun olursa harekâtın doğuya ve güneye, Rakka’ya, uzanacağı öngörülüyorsa iş yükünüz daha da artıyor demektir. Böyle bir ortamda kitap, dikkat edilmesi gerekenlere dair uzun bir liste veriyor. Bazılarına yakından bakmak faydalı olabilir.
Sahada dişe diş bir mücadele sürüyor. Duvarda asılı harekât planlarınız, haritalarınız olup bitenlerin sadece onda birini gösterir. Siz asıl buz dağının geri kalanını görmeye çalışmalısınız. Tehdidin karakteri, yalnızlığınız, mücadelenin tipi, kayıpları dikkate aldığınızda askeri hazırlık ve hamlelerinizi “savaşa” göre yapmak zorundasınız. Ancak unutmayın, hukuki olarak yaptığınız iş bir savaş değil. Halkınızın psikolojisi hiç de savaştaymış gibi görünmez. Dahası, harekât hakkında bölünmüşlerdir. Askerler ise şaşkındır. Emir-komuta karışıktır. Bazıları El Ba’ba savaşmaya, bazıları polis nezaretinde savcılığa ifade vermeye, bazıları da dağlarda PKK operasyonuna gitmektedirler.
Bu tabloyu yönetmek, bilgi, strateji ve maharet ister. İdeolojik mücadelenin öncelikli olduğu devletimsi hibrit sorunla mücadelede de coğrafi hedefleri ele geçirmek ikincil iş, çok adam öldürmek ise makbul olmayabilir. Bu nedenle mücadelenin parametreleri bir devletle savaşta olduğundan farklıdır. Tıpkı “zafer” tanımında olduğu gibi. Başarı için saat ya da gün verilmez diyor, kitap. Savaş demek sürpriz demektir ve işin hızını kendi koşulları belirler. Cepheden uzaklarda verilen tarihler, komutanları savaşın koşullarına göre değil, popülizme göre davranmaya iter. Hata yaptırır, maliyeti artırır. Bu tip savaşların yarısından azı kasaba ve arazide, yarısından fazlası ise kamuoyunun zihinde cereyan eder. Bunu en iyi de DAEŞ gibi örgütler bilir ve uygular.
Her gün yayımlanan F 16, tank, fırtına topları, akıllı mermiler ve diğer silah resimleri kamuoyunda hızlı ve “zayiatsız zafer” beklentisi yaratır. İşin doğasını bilmeyenlerin biçimlendirdiği kamuoyu algısı, sıradan sayılacak askeri bir gelişmeyi büyük bir “hayal kırıklığına” dönüştürebilir. Televizyon yorumları ve görüntüler sıfır zayiat ve hızlı “zaferin” garantisi değildir. Kitap, kuşatılan bir şehri Esad gibi harabeye çevirmeyecekseniz/çeviremeyecekseniz, tek umudunuzun ev ev, sokak, sokak asker emeği, teri ve kanı temizlemek olduğunu yazıyor. Böylesine emek yoğun “hibrit şehir savaşı” kaçınılmaz olarak kayıp demektir.
Asimetrik bir mücadelede de istihbarat hayati bir konudur. İstihbaratın kapasitesi, askerlerle işbirliği kültürü, böylesine karmaşık, dinamik ve değişken bir mücadeleye uygun mudur bakmak gerekir. Standart muharebenin dışında kalan, hukuki tarifi yapılmamış, muğlak, sınır ötesi çatışmalarda komutanın istihbarat ihtiyacı, toplanması, işleme ve analizi farklıdır.
Sorumluluğun kime ait olduğu ortada bırakılmamalıdır. El Bab’da komutanların öncelikli sorusu, düşmanın nerede olduğu değil, kimin düşman olduğudur. Hatta sabah kahvaltısındaki müttefikiniz, cepheye getirdiğiniz “savaşçı” öğlenden sonra size düşman olabilir.
Beş yıldır devam eden iç savaşta üreyen, büyüyen, bölünen, kaybolan, birleşen, yeniden doğan, asimetrik aktörlerin ilişkileri, değerleri, savaşma motivasyonu ve iş yapma kuralları düzenli bir ordudan farklıdır. Hukuk kurallarına sadakatleri sıfır, hiyerarşisi zayıf, beklentileri erozyona uğramış, düzenli lojistiği ve standardı olmayan asimetrik aktörlerle iş tutmanın, onları savaştırmanın zorluğu ortadır. Bu durumla baş edebilmek “asimetrik aktör diplomasisini” yürütebilecek kadrolar, kültür, bilgi ve sorunun farkında olmakla mümkündür. Kitap böyle diyor.