03.06.2013 - 19:41 | Son Güncellenme:
Yazı: Gökhan Akçura
Sarah Bernhardt İstanbul’a 4 kez gelmiştir. 1888, 1893, 1904 ve 1908 yıllarında. İlk gelişi sanat çevreleri dışında sarayda da (biraz garip bir) yankı bulmuştu. Zaptiye Nazırlığı’nın yaptığı araştırma sonrasında, Sarah
Bernhardt’ın topluluğundaki Damale adlı oyuncunun suikastçi olduğu ileri sürülmüştü. Bunun üzerine tahkikat yaptırıldı. 5 Aralık 1888 tarihli ve
M. Kamil imzalı raporda şöyle denmekte: “Sarah Bernhardt, 18’i erkek, 14’ü kadın olmak üzere 32 oyuncuyla Dersaadet’e gelerek, Beyoğlu’nda Hotel Ruvayel’e indikleri bildirilir.”
Kumpanyada suikastçı mı var?
Topluluk otele yerleştikten sonra, hafiyeler araştırmalarına devam eder ve bir gün sonra Zaptiye Nazırlığı’nın raporu saraya ulaşır. Raporda Yunan uyruklu Damale’in servetini tiyatrolarda tükettiği, 15 yıl önce Londra’da Sarah Bernhardt’la evlendiği, ama bir süre sonra ayrıldığı anlatılıyor. Kumpanya yönetiminin sağlıklı yürümesi için, tekrar bir araya geldikleri, nikahsız da gayet iyi ve namuslu anlaştıkları belirtiliyor. Sarah Bernhardt’ın
Damale’den başka kimseyle ilişkisi olmadığı; ‘suikastçilik şöyle dursun, bunlardan uygunsuz bir fiilin ortaya çıkması bile muhtemel olmadığı’ saraya bildiriliyor. Başka bir kaynakta da, Abdülhamid’in Sarah Bernhardt’ı ‘ölümü çok iyi canlandırdığı’ gerekçesiyle seyretmek istemediği belirtilir. Ama daha sonraki gelişlerinde göreceğimiz gibi Sarah, Abdülhamid karşısında da sahneye çıkmıştır.
Sarah Bernhardt’ın bu ilk gelişi pek şaşaalı olmuştur. Dönemin gazetelerine göre, tiyatroya ek sandalyeler yerleştirilmiş, oyunları her gece 700 kişinin seyretmesi sağlanmıştır. Bernhardt’ın Pera’da temsil vermesi olağanüstü bir olay değil. 19’uncu yüzyılın son dönemlerinde Beyoğlu’nda zaten güçlü bir sanat yaşamı vardı. Semih Mümtaz S. dönemin tanığı olarak şunları aktarır: “Fransız sanatkârlarını biz ve çağdaşlarımız evvelâ Tepebaşı’ndaki tiyatroda gördük. Hemen hemen her kış mevsimi, şehrimize gelen turneler bize dünyanın en kuvvetli artistlerinden olan bu adamları ve emsalini tanıtırlardı. Bunlardan başka İtalyan operaları, operetleri, Fransız operaları, varyeteleri, Mösyö Kaznöv gibi beynelminel hokkabazları, Fürsi gibi meddahları yine; bugün eski Galata balozlarına dönen, fakat o gün bile bugünkü sefaletini göstermeyen; Beyoğlu’ndaki tiyatrolarda görürdük.”
Abdülhamid’in huzurunda
Sarah Bernhardt’ın ikinci gelişi 1893’e rastlar. Verdi Tiyatrosu’nda temsiller verecektir. Ama dönemin Pera Belediye Başkanı Blaque Bey, ‘salonun sanatçıyı alkışlamaya hevesli seyirci kalabalığını kaldıramayacağı gerekçesiyle’ tiyatronun kullanılmasına izin vermez. Binanın yapısını desteklemek üzere çok sayıda sütun ve putrelin yerleştirilmesi sonunda izin alınabilir.
1904 yine Sarah’lı bir sezon olur. Bu kez yanında Suzanne Leduc, Pierre Magnier gibi sanatçılar vardır. Ayşe Osmanoğlu’nun ‘Babam Abdülhamid’ adlı kitabında söz ettiği, Bernhardt’ın Saray Tiyatrosu’nda gösteri yapması için çağrılma olayı, bu turne sırasında gerçekleşmiş olsa gerekir. Ayşe Osmanoğlu şöyle anlatıyor: “İstanbul’a herhangi bir trup gelse, derhal elçiler tarafından haber verilir, tavsiye olunurdu. Böylece truplar saraya gelirdi. (...) Fransa Sefiri Constance, Sarah
Bernhardt’la Coquelin Cadet’yi saraya getirmişti. Oyundan sonra bunlara da nişan verilmişti.”
Abdülhamid sarayda gösteri yaptırmaktan hoşlanırdı. O dönemde mabeyn başkatibi olan Tahsin Paşa anlatıyor: “Sultan Hamit tiyatroyu severdi. Ekseriye çalıştığı ve zihnen yorulduğu günlerde tiyatro emrederdi. Sarayda tiyatro heyeti vardı. Bunlar İtalyan artistlerinden müteşekkildi. Bu artistler garp piyeslerini oynarlardı. Maamafih alaturka oyunlar için de Muzikayı Hümayun denilen kadroya dahil sanatkârlar vardı. O zamanlarda da Avrupa’dan artistlerin şehrimize geldikleri vakiydi. Tiyatro işleri esvapçıbaşı İlyas Bey’e görevli olduğundan böyle meşhur artistler geldiği zaman, saray tiyatrosunda bunlara oyun verdirilirdi. Mounet-Sully, Sarah Bernhardt, Ermete Novelli bu suretle oynamışlardı. Bunlara kâh nişan veya madalya, kâh bol miktarda bahşiş verilirdi.”
Sokaklar niye pis?
Bernhardt’ın İstanbul’a son gelişiyse, İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra, 1908 Kasım ayına rastlar. Cenab Şahabettin o yıl kaleme aldığı yazının sonunu şöyle bağlıyor: “Bu kadar faal, hassas, şefkatli bir kadın sahnenin icap ettirdiği tahribat ve ihtirasların içinde yaşamaya mecbur olduğu halde, pek çabuk hırpalanmalı, yıpranmalı değil miydi? Hayır, Sarah bir şebâbı ebedîye (sonsuz gençliğe) mazhar gibidir. 70’ine yaklaştığı halde (1908’de 64 yaşındaydı) boş boğazlığımızı mahzur görünüz madam; bugün 19 yaşında bir mazlumü siyaset rolünü oynuyor.”
Devrin tanınmış yazarlarından Saffeti Ziya Bey’in yaptığı röportajda, Sarah Bernhardt şunları söyler: “Avrupa aleminin gözleri, 1908 inkılâbından sonra Türkiye’ye çevrildi. Ben esasen Türklere hayranım. Şarkın mavi denizlerine meftunum. Temas etmek istediğim tek konu, İstanbul
gibi güzel ve tarihi bir şehrin bazı sokaklarında rastladığım pisliktir.” Onun beğendiği İstanbul elbette Pera ve civarıdır. Said Duhani, Sarah Bernhardt’ın Fransız Sefareti katipleriyle Lebon’da şampanya yuvarladığına tanıklık eder.
Yazının tamamını Atlas Tarih dergisinin haziran sayısında okuyabilirsiniz.