Şu kur üzerinden yapılan tartışmalar, çoktan ekonomide ne olup bitiyor tartışmasını aşarak, politik operasyon kapsamına girdi.
Öyle ki, bu salı günü ana muhalefet partisi lideri TBMM’de partisinin grup toplantısında, bizim yaptığımız açıklamaları çarpıtarak, şahsımıza yönelik hakarete varan sözler sarf etti.
Bir teknokratın politik olmayan, teknik düzeyde yaptığı açıklamaları, çarpıtarak politika malzemesi yapma düzeyi, ancak muhalefet partisi için kriz halini anlatır.
Ama bu politik sefalet bir yana, “Doların TL fiyatı artıyor, o halde kriz var ” bakışını bir kez daha ele almakta yarar var. Daha önce de yazdık, teknik olarak burada TL bir devalüasyonla yeni bir denge haline gelmiyor ya da getirilmiyor.
Geçmiş ve Şimdi
TCMB, dalgalı kur rejimi uyguluyor ve buna bağlı olarak TL piyasa tarafından fiyatlanıyor. O halde burada normal piyasa koşullarında bir denge kuru olmalıdır; bu denge kuru, iç ve dış fiyatların dengelendiği optimum seviyedir. Eskiden ortodoks IMF reçetelerinin temel çıkış noktası da tam buydu.
Gelişmekte olan ülkelerin ithalat ağırlıklı -montaj- sanayisi çok geçmeden borçlanma sınırına gelir ve sistem tıkanırdı. Ülkenin döviz ihtiyacı için bir gecede yüksek devalüasyonlar yapılır ve yalnız yerel para değil, tüm makro ekonomik dengeler aşağıya doğru revize edilirdi. Esasında yetmişli, seksenli hatta doksanlı yıllardaki tüm IMF programları sabit kur rejimi üzerine oturtulmuş, kemer sıkma programlarıdır ve bu programlar siyaseti de dışarıya bağımlı vesayet kurumu olarak tanımlar.
Şimdi Türkiye’de yaşanan durum buradan niteliksel olarak ayrılıyor. İthalatı ve borçlanmayı önceleyen, sabit kur rejiminin geçerli olduğu kapalı -dolayısıyla sağlıksız- bir yarı sömürge ekonomisine sahip değiliz. Kur piyasa koşullarında kendi dengesini buluyor. Burada kurun hızlı bir şekilde denge kurundan yukarı çıkması istenen bir durum olmadığı gibi, aynı şekilde aşağıya gelmesi de istenen bir durum değildir. Ancak yalnız istenen bir durum değildir; bu aynı zamanda, tek başına bir kriz halini anlatmaz. Burada finansal bir kriz hali için a) Kamu döviz borcuna b) Hane halkları döviz borcuna c) Özel sektörün kısa dönemde çevireceği döviz açık pozisyonuna d) Banka-finans kesiminin döviz açık pozisyonuna bakarsınız. Aslında bu kalemlerdeki bozulma ya da iyileşme birbirinden çok ayrı değildir. Şu an Türkiye ekonomisinin, bu temel başlıklardaki verileri bize kur artışı kaynaklı bir finansal krizden uzak olduğunu söylüyor. Burada özel kesimdeki kur etkisinden dolayı gözlemlenen bilanço bozulması ise, döviz bazı borçları çeviremeyecek düzeyde değildir. Özellikle kamu bankaları ve genel olarak bankacılık sistemi, açık pozisyon kaynaklı döviz borcu darboğazından uzaktır.
Denge nerede?
Bütün bunların yanında bir de -iç ve dış fiyatların dengesi gereği- Reel Efektif Döviz Kuru’na (REK) bakarız. Bunu da geçen yazıda şöyle anlatmıştık: “Peki, burada ‘denge’ seviyesini nasıl anlıyoruz? Bunu TCMB Reel Efektif Döviz Kuru (REK) ile tarif ediyor. REK, Türkiye’nin en çok ticaret yaptığı 36 ülkenin fiyat düzeylerine oranının ağırlıklı ortalaması alınarak hesaplanıyor. Reel efektif kuru belirleyen temel unsur, Fed’in faiz artırması yönünde piyasalara saldığı beklenti yönetimi ve siyasi kararlar değil, yurtiçi fiyatların yurtdışı fiyatlara göre, diğer bir deyişle, TÜFE’nin diğer 36 ülkedeki genel fiyat düzeyi ortalamasına göre nerede olduğudur. Hemen şunu belirtmekte fayda var, reel efektif kurun artışı Türk Lirası’nın değer kazandığını, diğer bir anlatımla, Türk mallarının yabancı mallar cinsinden fiyatının arttığını gösteriyor. TCMB, REK’in 120-125 aralığını ve 130 üstüne çıktığında her türlü araçla müdahale edeceğini de açıklamıştır.
2016 Ekim ayında Türk Lirası reel döviz kuru endeksi (TÜFE bazlı, 2003=100) bir önceki yılın aynı dönemine oranla yüzde 5.14 değer kazanarak 93.69 puandan 98.51 puana çıkmıştır. Benzer şekilde, gelişmekte olan ülkeler bazlı reel efektif endeks 62.43 puandan 66.52 puana gelerek yüzde 6.55 artmış, gelişmiş ülkeler bazlı endeks ise 109.49 puandan 113.80 puana gelerek yüzde 3.94 artış göstermiştir.”
Aşabiliriz!!!
Buradan da anlaşıldığı gibi -kurun hızlı yükselişi bir yana- TL’nin şu an değersizleştiğini, evet söyleyebiliriz, ancak aşırı, bir kriz öncüsü olacak şekilde değersizleştiğini söyleyemeyiz.
Tabii bütün bunları söylerken, Türkiye ekonomisinin başta büyüme olmak üzere, buraya bağlı giderek bozulan işsizlik dahil temel verilerini tartışmayalım demiyoruz. Yalnız şunu söylüyoruz; bugün ABD ve AB ekonomilerinin krizinden kaynaklı temel rezerv paralar (dolar ve euro) belirsizliği, Türkiye dahil olmak üzere, gelişmekte olan ekonomilerde kur baskısı oluşturuyor ancak bu baskı yine bu ekonomilerin son on yılda aldığı mesafeye bağlı olarak, aşılabilecek bir durumdur. Ve bu aşılma hali de, geçmişe göre, bu ekonomilerin göreli olarak, daha sağlıklı olduğunu bize gösterir. Örneğin Türkiye, bu kur baskısı endişesini, kamu bankalarının ve piyasa yapıcı bankaların daha piyasa yanlısı ve düzenleyici olması ile de aşabilir. Geçmişte “görev zararı” batağında olan kamu bankalarını ve milyarlarca dolar açık pozisyon barındıran banka sistemini sırtımızda taşıdığımız için böyle bir şansımız yoktu. Ve bundan çok daha küçük dalgalar ekonomimizi krize sürüklüyordu. Şimdi bu üzerimize gelen -ABD ve gelişmiş ülkeler kaynaklı- tsunamiyi aşma imkânlarımız var.
Ama hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak çoktan sefilleşerek siyasi mevta olanların, gelişmiş ülkelerin bu kriz batağında, yok olmaktan başka şansları yok.