Çocuklarını sevmeyen kentlerde yaşamayı hiç sevemedim.
Avrupa’nın birçok kentini dolaştığımızda çocuklarını ve annelerini seven kentler olduğunu hemen görüyoruz.
Lunapark-larındaki sayısız eğlence parkurlarında çocuklar çocukluğunu yaşıyor adeta.
Bizdeki parklarda ise daha bir tane atlıkarınca parkuru göremedik. Neden? diye de çok sorduk kendimize.
Silivri sahilinden Büyükçekmece’ye kadar geldiğimizde ise bir tek atlıkarıncanın olmadığını ve çocuklara tahsis edilen oyun parkını da bulmakta zorlandığımızı söyleyebiliriz.
Ve Beylikdüzü sahilinden Sirkeci’ye kadar geldiğimizde de farklı bir durumla karşılaşmadığımızı da...
Parklar büyüklere göre dizayn edilmiş.
Her ağacın altında bir mangalcı ekibi duman tüttürmekle meşgul.
Park deyince sadece piknik yeri algılayan bir kalabalığa sahibiz.
***
Parklarında atlıkarıncaları olmayan kentlerde yaşamanın zorluğunu anlatamıyoruz.
Ve yeşil alan denilince de yol kenarlarındaki veya ortalarındaki egzoz gazına boğulan yerleri anlıyoruz. Ki sadece buralara laleler, çiçekler ve ağaçlar dikiliyor.
Beton dağlarının her gün bir yenisi gökyüzüne doğru yükseliyor.
Kendimi bildim bileli, Disneyland gibi bir eğlence merkezinin İstanbul’a yapılacağını duyuyoruz, okuyoruz ama Vialand dışında doğru dürüst bir yer hâlâ yapılamadığını da söyleyebiliriz.
Oysa, Balkanlar, Ortadoğu ve Türk cumhuriyetlerinin bütün çocuklarının cazibe merkezi haline getirebilecek bir projeyi hayata geçirebilirdik.
İstanbul için galiba artık büyük bir hayal...
***
Paris’te yaklaşık 400 park var şehir merkezinde.
Disneyland, Bois de Boulogne, Lüksemburg ve Palais Royal Garden büyüklüğünde birçok park var. Tasarım harikası bu hayat parkları ve bahçeleri kent insanlarının hafta sonları ve akşamları tüm vakitlerini geçirdiği vazgeçilmez adresleridir.
Dinlenme merkezleridir. Kafeleriyle, koşu ve spor parkurlarıyla, kitap okuma köşeleriyle, ressamların, şairlerin ve yazarların ilham kaynağıdır.
Rus yazarların romanlarında ve şiirlerinde parkların ayrı bir yeri vardır. Gorki Parkı gibi.
Moskova ve San Petersburg kentlerindeki parklar ise açık hava müzesi gibi sanki.
Amsterdam’da Vondel Park, Tokyo’da Uero Park, New York’ta Central Park, Londra’da Hyde Park, Münih’te İngiliz Bahçesi, San Francisco’da Goldengate Park ve Barcelona’da ise Park Güell.
Bizde ise sadece bilinen Gülhane Parkı, Yıldız Parkı ve Emirgan Korusu var.
***
İstanbul’daki bu kadar parka rağmen, dünyanın sayılı kentlerindeki yeşil alan yüzdesini gösteren grafikteki yerimize baktığımızda ise kendimizden ne kadar utansak yeridir diyebiliriz.
Berlin yüzde 14, Hong Kong yüzde 41, Londra yüzde 38.5, Amsterdam yüzde 13, New York yüzde 14, Tokyo yüzde 3.4, Paris’te ise 400’e yakın park bulunmasına rağmen yüzdesi 9.4.
Ve İstanbul ise yüzde 2.3 civarında.
Bu tablo karşısında elbette üzülüyoruz.
İnsanlarını, yani; babalarını, annelerini, dedelerini ve çocuklarını sevmeyen bir kentte yaşamak gerçekten büyük ızdırap.
Trafik zulmünü ise anlatmaya gerek dahi yok.
***
Kanal 23 gibi asrın projelerine bu ülkenin elbette ihtiyacı var ama bize göre her şeyden önce asrın en büyük projesi İstanbul’a kazandırılması gereken büyük bir parktır.
Bu hayalin gerçeğe dönüşmesi için büyük bir fırsat hâlâ kaçırılmış değildir.
İstanbul Atatürk Havalimanı kapatıldığında yerine betondan dağların yükselmesi yerine Central Park gibi bir cazibe merkezinin yapılması bu kentte yaşayanların büyük bir hayalidir!
Bunun da müjdesini İstanbul sevdalısı olduğunu bildiğimiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Başkan Kadir Topbaş’ın vereceğine inanıyoruz.
25 milyon insanın yaşadığı bu kentin halkına böylesine unutulmaz bir eser bırakmanın artık zamanıdır.
Ve içinde çocukların ve atlıkarıncaların olduğu...