Kültür SanatANTON ÇEHOV

ANTON ÇEHOV

16.01.2010 - 20:51 | Son Güncellenme:

Öyküleri ve oyunlarıyla modern edebiyatta yeni bir sayfa açmış, James Joyce’dan Virgina Woolf’a, Katherine Mansfield’ten Raymond Carver’a pek çok yazarı etkilemiş bir yazarın, Anton Çehov’un 150. doğum yılı vesileyle, Çehov’un hikayesini kağıda dökelim istedik.

ANTON ÇEHOV

Anton Pavloviç Çehov, 17 Ocak 1860’ta Taganrog’da doğar. Azak denizi kıyısındaki Taganrog, 1860’lı yılların başında Yunan tüccarların sık sık uğradığı bir liman şehridir. Çehov’un öykülerine ve oyunlarına sık sık mekan olan her taşra kasabası gibi hayatın tekdüze akıp gittiği, insanların çoğunun birbirini tanıdığı bu küçük yerde, o yıllarda kapısı üzerinde “Çay, şeker, kahve ve başkaca sömürge ürünleri” yazan bir bakkal bulunur. Henüz küçücük bir çocuk olan Anton Pavloviç Çehov, babasının sahibi olduğu bu karanlık, soğuk bakkal dükkanında iki çırakla birlikte, gelen müşterilerle ilgilenmeye çalışır.
Oğlunu bir tüccar olarak yetiştirmek isteyen Pavel Egoroviç Çehov, “Patronsuz, mallar ağlar” düsturuyla kendisi kilisede dua etmeye giderken dükkanı oğluna bırakır.
Çalışkan, hırslı, kendisinin ve üç oğlunun özgürlüğünü kazancıyla satın almış bir toprak kölesinin oğlu olan Pavel Egoroviç; sert, otoriter bir baba ve dindar bir Ortodokstur. Kilisedeki hiçbir ayini kaçırmaz, vaazları dinler, evde duvarı boydan boya ikonalarla kaplı bir odada sürekli dua eder, din kitapları okur. Altı çocuğunu da dindar birer Hıristiyan olarak yetiştirmek niyetindedir. Altı kardeş; Aleksandr, Nikolay, Anton, İvan, Mihail ve Maria babalarıyla birlikte kiliseye gitmek zorundalardır.

GERÇEK BİR ACI
Anton Çehov’un çocukluğu babasının baskısı altında geçer. Her sabah uyanırken ilk düşüncesi “Babamdan bugün dayak yiyecek miyim?”dir. Buna rağmen yıllar sonra bir yazar olduğunda “Yeteneklerimiz babamızdan, ruhumuz da anamızdan geçti bize” diyecektir.
Zira Pavel Egoroviç oldukça yetenekli biridir. Hiç eğitim görmediği halde keman çalar, yağlıboya resim yapar. Fakat bütün yeteneklerini oğullarını iyi birer Hıristiyan yapmak için seferber eder.
Pavel Egoroviç çocuklarının kiliseye bağlılığını artırmak için kafasına bir kilise korosu kurmayı koyar. Baba Çehov’un kurduğu bu koroda ailenin en büyük çocukları Aleksandr ve Nikolay birinci ve ikinci soprano, Anton ise kontralto’dur. Çehov için bakkalın soğuğuna ve karanlığına kilisenin ağır, ciddi havası karışır. Kendi deyişiyle ‘bir kürek mahkumu gibi’ hisseder kendini. “Çocukluğumuz benim ve kardeşlerim için gerçek bir acıdır” diyecektir.
Kocası gibi serf kökenli olan anne Evgeniya Yakolevna ise sessiz, kocasının otoritesini benimsemiş bir kadındır. Çehov’un ruhunu annesinden aldığını söylemesi boşuna değildir. Yevgenya Yakolevna’nın Anton Çehov’un yazarlığını besleyecek bir özelliği vardır: Çok iyi bir masal anlatıcısıdır. Çehov’un annesinin, bir kumaş tüccarı olan dedesinin mezarını aramak için çıktığı uzun ve serüvenli yolculuk Anton’un en sevdiği öykülerden biridir.
Annesi yolculuk öyküleriyle oğlunun hayal gücünü besler beslemesine ancak babasının aklı onu tüccar yapmaktadır. Önünde Yunanlı tüccarların şaşaalı hayatları vardır çünkü. Oğullarından birinin illa onlar kadar zengin olmasını ister. Anne Evgeniya Yakolevna ise oğulunun bir Rus okuluna gitmesi taraftarıdır. Ne var ki karar verilmiştir. Anton ve kardeşi Nikolay 1867 yılında Taganrog’daki Yunan okuluna kaydolur. Tek öğretmenli okulda okuyan tüm öğrenciler aynı salonda bir arada eğitim görür.
Aslına bakılırsa kiliseden ve bakkaldan uzakta geçen bir hayat her iki kardeş için de oldukça memnuniyet vericidir. Ancak ne Anton ne de Nikolay bir yıl boyunca tek bir kelime Yunanca öğrenir. Babası, bir akşam Yunanlı arkadaşlarını çağırıp da oğullarının onlara tek bir Yunanca kelime bile söyleyemediklerini görünce iki kardeşi de Yunan okulundan alır.
Bir yıl sonra Anton Çehov, Taganrog Lisesi’ndedir. Latince, Yunanca, kilise Slavcası ve Rusça dersleri görür. Çehov, arkadaşları arasında komik öyküler anlatmadaki yeteneğiyle bilinir bu yıllarda. Onu en çok etkileyen hocası papaz Pokrovski’nin incelikli nükte yeteneğini görerek taktığı isimle “Çehonte” olarak anılır okulda.
Pokrovski Shakespeare’i, Goethe’yi, Puşkin’i anlatır derslerde; ona Moliere ve Swift okumasını öğütler.

BAŞKALARININ HAYATI
Bir de tiyatroyla tanışır Çehov bu yıllarda. Belki de modern tiyatroda çığır açacak oyunlar yazacak bir yazarlığın ilk adımları atılır böylelikle. Defalarca önünden geçtiği belediye tiyatrosunun kapısından 1873 yılının bir sonbahar günü girer. Offenbach’ın “Güzel Helena” adlı opereti sahnededir. Kostümler, oyuncular, dekor kötüdür; ancak tiyatro genç Çehov’u büyüsü altına almıştır. Sonraları bir tutku olur tiyatro, sık sık okuldan kaçılıp gelinen yegane mekan...
Çehov, “Hamlet”i, Gogol’ün “Müfettiş”ini, pek çok vodvili, melodramı burada seyreder. Bu arada oyunculuğa da merak salar. Kardeşleriyle birlikte seyircilerinin komşuları ve akrabaları olduğu oyunlar hazırlar, taklitler yapar. Başka birinin hayatına daha yakından bakmak, onu canlandırmak Çehov’u en çok eğlendiren işlerden biridir.
Bu arada Çehov’un ağabeyleri Aleksandr ve Nikolay daha özgür bir hayatın düşüyle evden ayrılarak Moskova’ya giderler. Aleksandr matematik okumaya, resme yetenekli Nikolay ise güzel sanatlar akademisine. Çehov, ağabeylerinin evden ayrılmasıyla giderek yalnızlaşır. Ancak çok geçmeden aile de Moskova’ya gitmek zorunda kalacaktır.
Baba Pavel Egoroviç’in işleri her geçen gün kötüye gitmekte, bakkalın borçları artmaktadır. Sonunda bıçak kemiğe dayanır ve baba Çehov iflas bayrağını çeker. Borçlulara görünmeden Moskova’ya kaçar. Anne Çehov onun arkasından kızı Maria ve iki oğluyla Moskova’ya gider. Anton Çehov ise, evde kalan eşyaları satıp, parasını ailesine göndermek ve liseyi bitirmek için Taganrog’da kalmıştır.

HUGO’DAN CERVANTES’E
Daha önce evlerinin kiracısı olan Selivanov, şimdi sahibidir. Çehov, onun yeğenine ders verme karşılığında evde kalır, bir öğrenciden diğerine koşturarak para kazanmaya çalışır. Çehov 44 yıllık hayatının büyük bir bölümünü ailesinin ve kendisinin geçimini sağlamak için çalışarak geçirecektir.
Çehov bir taraftan çalışırken bir taraftan da okulu bitirebilmek için canla başla derslerine sarılır. Tatil günlerini ise belediye kitaplığında kitaplara gömülerek geçirir. Eline ne geçerse okur: Schopenhauer’i, Humboldt’u, Victor Hugo’yu, Cervantes’i, Gonçarov’u, Turgenyev’i, Belinski’yi...
1877 yılı bir dönüm noktası olur; Çehov paskalya tatili için Moskova’ya gider. İlk defa Taganrog’dan, küçük bir kasabadan gürültülü caddelerin, lüks mağazaların vitrinlerinin insan kalabalığına karıştığı bir şehre gelir.
Bolşoy Tiyatrosu’yla Taganrog’daki tiyatoyu karşılaştırır: “Büyük fark! Lisedeki öğrenimimi bir bitirsem, Moskova’ya doğru yıldırım hızıyla uçacağım. O kenti öylesine seviyorum.”
Moskova’nın görkemine karşılık Çehov’lar perişan bir haldedir. Bütün aile tek bir odada kalır, aynı yatakta yatar.

İLK OYUNLAR
Çehov yine de, Taganrog’dan ayrılıp Moskova’ya geleceği günleri iple çeker. Bu arada kalemi de eline almıştır artık. Taganrog’a döndüğünde yazdıklarını eleştirmesi için ağabeyi Aleksandr’a gönderir: “Tavuk Niçin Gıdaklar” adlı bir vodvil, “Kurnaza Kurnaz” adlı bir komedi ve “Babasız” adlı bir dram.
Çok geçmeden Çehov’un iple çektiği Moskova günleri gelir.
1879 yılında liseyi bitirdikten sonra Moskova’ya ailesinin yanına taşınır. Bir yıl sonra Moskova Üniversitesi’nde tıp okumaya başlar. Üniversitenin ilk yıllarında, yazdıklarını dergilere gönderir. Paraya ihtiyacı vardır.
Mizah dergileri için kısa, yalın, güldürücü hikayeler yazar.
İlk gönderdikleri yayımlanmaz. Sonunda Ağustosböceği adlı dergi “Toprak Bey; Stephan’ın Bilgin Komşusu Dr. Fridrih’e Mektubu” adlı öyküsünü basar. Artık yazmaya daha çok vakit ayıracaktır Çehov, çünkü yazıyla çok çaba harcamadan az da olsa para kazandığını görür. Ancak Anton Çehov adı 1886 yılına kadar bilinmez, Çehov ilk yazılarında ‘Dalaksız Adam’, ‘Kardeşimin Kardeşi’, ‘Ulysee’ gibi takma adlar kullanır. En çok kullandığı ve tanındığı ad, lisedeki hocasının taktığı ad olacaktır: “Antoşa Çehonte”.

DERGİLER İÇİN ÖYKÜLER
Nitekim uzun yıllar boyunca da bu adla tanınacaktır. Dergiye yazdığı kısa güldürü öykülerinin yanında bir de oyun kaleme alır bu yıllarda. Değerlendirilmesi için Malyi Tiyatrosu’na gönderdiği dört perdelik, Çehov’un sonraki oyunlarının tohumunu taşıyan “Platonov”.
Malyi Tiyatrosu bu oyunu geri çevirir. Bunun üzerine Çehov, tekrar mizah dergileri için yazdıklarına geri döner. Rusya’nın Çalar Saat ve Seyirci gibi küçük dergileri için öyküler; mahkemelerden, tiyatrolardan izleniminlerini aktaran yazılar kaleme alır. Çehov’un kardeşleri Nikolay ve Aleksandr da dergilerde çalışır bu arada. Nikolay dergilerde ressamlık yapar, Aleksandr da yazı işleri sekreterliği.
Antoşa Çehonte’nin güldürücü öyküleri giderek daha çok tanınır. 1882 yılında, şair bir arkadaşı vesilesiyle dönemin Rusya’sının en popüler mizah dergilerinden biri olan Oskolki’nin (Işıltılar) sahibi ve başyazarı Nikolai Leikin’le tanışır. Leikin, kısa, güldürücü, dönemin sansürüne takılmayacak, insanların kafasını karıştırmayacak öyküler ister. Ücreti de daha önceki dergilerden çok daha yüksektir.

100 SATIR İŞKENCESİ
İlk yazısını gönderir; ancak yayımlanmaz, sebebi uzun yazmasıdır. İstedikleri gibi kısa yazmaya çalışır. Ancak Leikin, Çehov’un yazılarına giderek daha çok müdahale etmeye başlar. Ondan yazılarını her geçen gün daha da kısaltmasını ister. 100 satırı geçmemelidir. Bir mektubunda bu durumdan şöyle yakınır: “Elimde bir konu var. Oturup yazmaya koyuluyorum. ‘Yüz satır, daha fazlası olmaz!’ düşüncesi daha ilk satırdan başlayarak elimi kolumu bağlıyor(...) Konuyu kısalttıktan ve süzgeçten geçirdikten sonra saymaya başlıyorum. Yüz, yüz yirmi, yüz kırk (...) korkular giriyor içime ve hiçbir şey yollayamıyorum. Bu nedenle dileğim şu. Hakkımı 120 satıra çıkarın.”
Ancak yazdıklarında daima kısa ve öz olmayı ilke edinen Çehov’un sonraki yıllarında George Bernard Shaw’dan Raymond Carver’a kadar pek çok yazarı etkileyecek kısa öykülerindeki sağlam yapının oluşmasında belki de çok etkili olacaktır bu müdahale.
‘Çehov’un tüfeği’ teriminin de edebiyata girmesi boşuna değildir kuşkusuz. Çehov’un daha çok sahnelemede dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak tanımladığı bu teknik, öykü için de geçerlidir. Eğer birinci perde açıldığında duvarda bir tüfek asılıysa... Veya oyunculardan birisinin belinde tabanca görülüyorsa... O tüfek patlamalı, o tabanca kullanılmalıdır. Çehov’un öykülerinde de her öge kurguya titizlikle yerleştirilmiştir. Gereksiz bir sözün, tasvirin, kişinin öyküde yeri yoktur.
Adı bütün dünyaca ‘kısa öykünün ustası’ olarak tanınacak Çehov için henüz kısa, güldürücü öyküler kaleme aldığı bu yıllarda yazmak bir kazanç kapısıdır. Ailesinin giderlerini ve kendisinin okul masraflarını karşılayacak bir geçim kaynağı. Hatta kardeşine yazdığı mektupta tıp eğitimini bitirdiğinde yazarlığının da sona ereceğini söyler.
Bu sözlere rağmen, 1884’te öykülerini derlediği “Melpomena Masalları”nı yayımlar. Kapakta Antoşa Çehonte adı vardır. Tıp fakültesinden mezun olduğu aynı yılda Leikin’e ‘Doktor ve İlçe Tabibi A.Çehov’ diye imzaladığı mektupta, artık bir meslek sahibi olmanının güveniyle “Şimdi Yeni Kudüs’te oturuyorum. Güvenlik içinde yaşıyorum. Çünkü doktorluk belgemi elimle yoklayabiliyorum” der.

ÖLÜMÜN NEFESİ
Ve doktorluğa başlar. Doktorluk ona epeyce para kazandırır. Zaman zaman nüksedecek ve sonunda Çehov’u öldürecek verem belirtileri de aynı yıllara rastlar: Kuru öksürük, kan tükürmeler...
Uzun yıllar yazmakla doktorluğu bir arada götürecektir çiçeği burnunda doktor. “Doktorluk benim karım, edebiyat ise metresimdir” diyecektir uzun süre.
Tıp fakültesinden mezun olduktan bir yıl sonra belki de okurlarının Antona Çehonte’yi Anton Çehov; “Martı”, “Vanya Dayı” ve “Vişne Bahçesi” gibi oyunların yazarı olarak tanımasını sağlayacak bir davet alır. Oskolki dergisinin sahibi Leikin onu Puşkin’in, Dostoyevski’nin, Gogol’ün izlerinin hâlâ sürdüğü, edebiyat çevrelerinin kalbinin attığı başkent St. Petersburg’a çağırır.
Çehov, burada ne kadar ünlü olduğunu, kendisinin pek de değer vermediği yazarlığının dönemin yazarları tarafından beğenildiğini şaşkınlıkla öğrenir. Ağabeyi Aleksandr’a şunları yazar: “Kendi hesabıma, bugüne dek savsaklamaca ve gelişigüzel yazmış olduğumdan utanıyorum. Beni okuduklarını bilseydim, hiçbir zaman ısmarlama yazı yazmazdım.”
St. Petersburg bir fırsat daha sunar Çehov’a. Rusya’nın en büyük günlük gazetelerinden biri olan Novoye Vremya’da (Yeni Zamanlar) yazmak için gazetenin kurucusu Aleksis Suvorin’den teklif alır. Hem de Işıltılar’da aldığı ücretin iki katını kazanacaktır. Moskova’ya döner dönmez yazmak için kolları sıvar. Artık yazdıkları çok daha geniş okur kitlelerine ulaşmaktadır.
Aklında ikinci öykü kitabını çıkarmak vardır. Suvorin, Antoşa Çehonte’nin artık gerçek adının duyulması gerektiğini düşünmektedir. Ona, ikinci öykü kitabını gerçek adıyla çıkarması için ısrar eder; ancak Çehov’un cevabı çok nettir: “Aile adımı ve armalarımı tıbba verdim, tabuta girinceye kadar da onu bırakmayacağım. Edebiyata gelince, er ya da geç ayrılacağım ondan...”

ESİNİN MUTLU SAATLERİ
Çehov, yazarlığı çoktan gözden çıkarmış gibi görünür; ancak Petersburg’da ayaküstü tanışıp mektup aldığı biri önünde bambaşka bir yol açar. 64 yaşındaki ünlü Rus şair Dimitri Grigoroviç, Çehov’un “Avcı” adlı öyküsünü okuduktan sonra ona şu satırları yazar:
“Her ne kadar takma ad kullanma zorunluluğu duyacak denli kendine değer vermeyen bir adamla karşı karşıya olmama içimden öfkelendimse de, ‘Çehonte’ imzasını taşıyan ne varsa hepsini okudum. Gerçek bir yeteneğiniz var, sizi yeni kuşak yazarların çok üstüne çıkaran bir yetenek (...) Çabuk çabuk yazmayı bırakın. Para durumunuzu bilmiyorum. İyi değilse eğer, eskiden bizim için olduğu gibi aç kalmak ve izlenimlerinizi olgunlaşmış, tamamlanmış öyle bir çırpıda değil, esinin mutlu saatlerinde yapılan bir çalışmaya saklamak daha iyi olur sizin için. Bu koşullar altında yazılan bir tek yapıt, iyi de olsa çeşitli gazetelere dağılmış öykülerden yüz kez daha değerli olur.”
Bu mektup Çehov’u kendi deyişiyle ‘yıldırım çarpmışa’ döndürür. Ve 1886 yılında ikinci öykü kitabı “Renkli Öyküler” Anton Çehov imzasıyla çıkar. Hemen bir yıl sonra da Rus Bilimler Akademisi’nin verdiği Rus edebiyatının en değerli ödüllerinden Puşkin Ödülü’nü alacağı “Alacakaranlıkta” gelir. Ardından da Korş Tiyatrosu için bir tiyatro oyununu yazmaya koyulur: “İvanov”.
“İvanov”, henüz ‘teatral olmama’ ilkesinin yürürlükte olmadığı bir oyundur. Çehov tiyatrosuna özgü sessizlikler, boşluğa söylenen, bir diyalogtan çok monoloğu andıran cümleler yoktur bu oyunda. “Entrika, karmaşık ama aptalca değil” diyecektir bu oyunu için Çehov. Oyunu yazıp bitirdikten sonra Korş Tiyatrosu’na gönderir ve hemen kabul edilir.

İLK OYUN HEZİMETİ
1887’de gerçekleşen ilk temsil Çehov için bir felakettir. Oyuncular repliklerini unutur, sahneye sarhoş çıkar, eleştirmenler oyunu anlamadıklarını söyler. Bir iki gösterimden sonra oyun kaldırılır. Ve Çehov, gazeteler için öyküler yazmaya devam eder.
1888 yılı gelip çattığında Çehov uzun uzun çalışmak, yıllardır kafasındaki bir öyküyü kağıda geçirmek için masanın başına oturur. Uzun yazmaya alışık olmadığı için tedirgindir; fakat kusursuzluğun peşindedir. Bir aylık bir çalışmanın sonunda Çehov’un en ünlü ve en güzel yapıtlarından biri, “Bozkır” yazılmıştır. Öykü pek çok özelliği ile geleneksel öykülerden ayrılır. Geleneksel öyküde, eyleme ve olaya dayalı anlatıcının sesine verilen ağırlığın yerinde, “Bozkır”da bir çocuğun gözünden bozkır, yolculuk boyunca geçilen yerler ve yüzler vardır. Okuru zorlayacak bir metindir bu.
Kendi sözleriyle bu zorluğu şöyle dile getirir Çehov: “Her sayfa, ayrı, küçük bir öykü gibi yoğun oluyor, tablolar birbirini maskeleyerek, üst üste, birbirini sıkıştırarak genel etkiyi zedeliyorlar, okuyucu bu yüzden usanç getirip içine tükürecek”.
“Bozkır” yayımlanır yayımlanmaz eleştirmenler Çehov’un Gogol ve Tolstoy’la eşdeğerde olduğunu söyleyen, onu “Rusya’da birinci sınıf bir yazar çıkıyor” diye selamlayan yazılar kaleme alır.

BAŞYAPITIN GEÇMİŞİ
Bu arada “Ivanov”, Moskova’daki başarısız ilk gösterimden iki yıl sonra sahneye konduğu St. Petersburg’da büyük bir başarı gösterir, Rusya’nın en tanınmış oyunlarından biri haline gelir. Oyunun St. Petersburg’da sahnelendiği 1889 yılında Çehov, kardeşi Nikolay’ı veremden kaybeder. Nikolay’ın ölümü onun için büyük bir acıdır.
Çehov yine kaleme sarılır. Bu sefer dram sanatını yerinden edecek bir oyunun peşindedir. Tıpkı “Bozkır”da olduğu gibi beklenmedik olaylar ve entrikalar yerine yaşamın sıradanlığı, değişmeyen akıp gidişi merkezdedir.
“Orman Cini” adıyla yazdığı oyunu Aleksandrinski Tiyatrosu edebi kuruluna gönderir, kurul oyunu “Hiçbir etkileyici durum ve ilginç kişi bulunmadığı için” geri çevirir. Piyesi okuyan oyun yazarı Nemiroviç Dançenko “Sizde bilgi eksikliği görüyorum” diyen bir mektup yollar Çehov’a.
Bunun üzerine Çehov piyesin üzerinde biraz daha çalışır ve Abraham Tiyatrosu’na verir, 1889’daki ilk temsilinden sonra eleştirmenler oyunu kıyasıya eleştirir. Sonraları “Vanya Dayı” olarak yeniden yazacağı ve tiyatro edebiyatının başyapıtları arasında yer alacak “Orman Cini” üzerine çalışmayı rafa kaldırır.
Kardeşinin ölümü, oyunu hakkındaki eleştiriler Çehov’u giderek bunalıma sürükler. “Yaşamım canımı sıkıyor” der. Şaşaalı ama bir o kadar da boş edebiyat dünyasından uzaklaşmak niyetindedir. Kendine tutunacak bir dal arar. Hukukta okuyan küçük kardeşinin ders notları ona tutanacağı dalı gösterir: “Karar verilinceye kadar bütün dikkatimiz katilin üstünda toplanıyor ama hapishaneye gönderilir gönderilmez tümden unutuveriyoruz onu. Peki hapishanede neler oluyor?”
Çehov hapishanede olan bitenin cevabını bulmak için Pasifik’te Japonya’nın kuzeyinde bir ceza sömürgesi olan Sahalin’e, mahkumların hayatına doğru uzun bir yolculuğa çıkmaya karar verir.

ADA CEHENNEMİ
21 Nisan 1890 sabahı, Sahalin Adası’na gitmek üzere Moskova’daki İyaroslavi Garı’ndadır. Trenle, at arabası ve vapurla geçen bu yolculukta köylerden, şehirlerden, ormanlardan, denizlerden geçer ve türlü çeşit insanla karşılaştan sonra 9 Temmuz’da Sahalin’e varır. Yolcuğu tam iki buçuk ay sürmüştür.
Sahalin Adası bir cehennemdir. Sokaklar çalışmaya giden hükümlülerin zincir şakırtılarıyla çınlar. Mahkumlara sürekli işkence yapılır, adadaki kadınların çoğu fahişedir, çocuklar sokaklara bırakılmıştır. Çehov neredeyse her mahkumla görüşür ve konuşur. Adada olan biten her şeyi öğrenmek ister.
Söz gelimi kırbaçlama cezalarının nasıl infaz edildiğini... İzleyeceği 90 kırbaçlık bir cezadır. Ancak o dayanamayıp işkencenin bulunduğu yerden kaçar. Vuruşları sayan görevlinin sesi günlerce kulaklarında yankılanır. Suvorin’e şunları yazacaktır: “Üç dört gece düşümde hep celladı ve tüyler ürpertici işkence sehpasını gördüm.”
Sahalin Adası Çehov için iç kanırtıcı bir tecrübedir. “İnsan bu canavarlar dünyasından hiçbir zaman kurtulamayacak gibi bir duyguya kapılıyor” diye yazar mektuplarında. Ve yaklaşık 8 aylık bir ayrılıktan sonra 8 Aralık 1890’da Moskova’ya döner. Daha sonra buradaki gözlemlerini “Sahalin Adası” adlı bir kitapta toplar.

VERİMLİ YILLAR
Bir yıl sonra Çehov’u başka bir yolculuk beklemektedir. Suvorin ona birlikte büyük bir Avrupa gezisi önerir. Bu sefer istikamet Viyana, Venedik, Roma, Fransa, Monte Carlo ve Paris’tir. Avrupa bir güzellik ve zenginlik dünyasıdır Çehov’un gözünde. Sahalin Adası’ndan sonra Avrupa... Bir yıl içinde dünyanın iki ayrı yüzüne tanık olur Çehov.
Tüm bu yolculuklar Çehov’un ‘yazarlık damarı’nı kabartır. Ancak yazmak için sakin, sessiz bir hayat gereklidir. Ve Melihovo yılları başlar. Melihovo, Moskova’nın güneyinde bir köydür. Çehov, 1892 yılında burada bir malikane alır. Bir toprak kölesinin torunu olarak şakayla karışık “Bu bir lord yaşamıdır” der.
Bir taraftan doktor olarak en uzak köylerdeki hastalarla bile ilgilenirken, bir taraftan köyde üç okul, bir klinik yaptırır. Bu arada kalem de elinden düşmez. Yazarlığının en verimli yıllarından bir bölümünü burada geçirir. “6. Koğuş”, “Üç Yıl”, “Kara Keşiş”, “Bilinmeyen Bir Adamın Hikayesi”, “Mujikler” gibi hikayelerini burada yazar. Başyapıtlarından biri olan “Martı” bu yılların ürünüdür.
1898’de sahnelenen “Martı”dan bir yıl sonra Moskova Sanat Tiyatrosu, Çehov’un “Orman Cini” üzerinde çalışarak yeniden yazdığı “Vanya Dayı”yı sahneler. Aynı yıl Çehov ünlü öyküsü “Küçük Köpekli Kadın”ın da geçtiği Kırım’ın Yalta şehrine yerleşir. Melihovo’daki malikanesini zorunlu olarak satmıştır; çünkü üniversite yıllarından beri ciğerlerini tüketen verem artık iyice ağırlaşmıştır. Doktorlar bir sahil kasabasını önerir Çehov’a. Yenilikçi tiyatro anlayışının diğer ürünleri olan “Vişne Bahçe”sini ve “Üç Kız kardeş”i de burada yazar. Kendisi gibi Yalta’da bulunan Tolstoy ve Gorki’yle de sık sık görüşür.
“Martı” gibi “Vişne Bahçesi”, “Vanya Dayı”, Üç Kız Kardeş” de modern tiyatro tarihini değiştiren oyunlardır. Ataol Behramoğlu “Çehov Tiyatrosunda Modernist Öğeler” adlı yazısında Martin Esslin’in “Absürd Tiyatro” adlı yapıtına da gönderme yaparak Beckett’le Çehov’un oyunları arasında ilişki kurar: “Çehov’un diyebiliriz ki bütün oyunlarında beklemeler, özlemler, gelip gitmeler vardır, ama yaşamın tekdüze akışı, durağanlığı hiç değişmez.(...) Burada Çehov’un ‘Üç Kız Kardeş’teki Moskova’sıyla, Beckett’in ‘Godot’su arasındaki belirgin akrabalıktan söz edebiliriz.”

ÜÇ YILLIK AŞK
“Martı” ve “Vanya Dayı” gibi, “Vişne Bahçesi” ve “Üç Kızkardeş” de Moskova Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenir. Bu tiyatronun Çehov’un hayatında özel bir yeri vardır. Sadece oyunlarını sahnelediği için değil, aynı zamanda hayatının son zamanlarını birlikte geçireceği bir eşle de bu tiyatro sayesinde tanıştığı için...
Çehov’un 1901 yılında evlendiği Olga Knipper, tiyatronun oyuncularından biridir. Ne yazık ki Çehov ve Olga Knipper’in evlilikleri sadece üç yıl sürer. Ayrılık, Çehov’un tedavi için gittiği Almanya’nın Badenweiler şehrinde hayatını kaybetmesiyle gelir...
Öykülerinden ve oyunlarından acı alayı eksik etmeyen Çehov’un cenazesinin Almanya’dan Moskova’ya getirilişi ise tam ‘Çehovluk bir sahne’dir. Cenazenin bulunduğu treni bekleyen akrabaları ve dostları, trenin üzerinde “İstiridye Taşımacılığı” yazdığını gördüklerinde hayrete düşerler.
O sırada garda olan Gorki buna çok sinirlenir ve karısına şu satırları yazar: “Yüreğim sıkışıyor, ulumak, hüngür hüngür ağlamak, kızgınlık ve öfkeden tepinmek üzereyim”.
Acı alay bununla da sonlanmaz. Garda aniden askeri marş çalmaya başlar, gara gelenler neden askeri bir marşın çalındığını anlamamakla birlikte cenazeye saygı gösterek tabutun arkasında yürür. Sonradan gara aynı gün ölüsü getirilen General Keller’in cenazesi arkasında yürüdüklerini öğrenirler. Çehov edebiyatında hüzünle bir araya getirdiği mizahı cenazesiyle yaşatır.
Anton Çehov, yazarlığına yedi yıl ömür biçmiştir; yazdıklarının bütün dünyaca okunacağını tahmin etmeyerek ve büyük bir alçakgönüllülük gösterek... Bugünse Çehov, kısa öykü ve çağdaş tiyatroda çığır açan, modern edebiyatın en usta yazarlarından biri.
1935 yılından beri öyküleri ve oyunları dilimize çevrilen, 150 yaşına basan bu değerli yazarın eserleri tüm yalınlığı ve şaşırtıcılığıyla bugün de okunmaya devam ediyor; dünya edebiyatına daha yakından bakabilmek, modern edebiyatı daha iyi anlayabilmek ve iyi edebiyat zevki için...

ÇIĞIR AÇAN MARTI
Çığır açıcı bir eserdir “Martı”... Oyunda söylenenlerden çok söylenmeyenler önemlidir. Oyuncuların sözleri arasındaki boşluklar ve kimi zaman havada anlamsızmış gibi duran cümlelerdir can alıcı olanlar. “Martı”, izleyicisinden yoğun bir çözümleme, dikkatli bir okuma bekler. Modern tiyatronun müjdeleyicilerinden biridir. “Martı”da, yaşamın tüm basitliği ve tekdüzeliği ortadadır.
Çehov, “Martı”yı ‘dramatik sanatın tüm kurallarına karşı’ yazdığını dile getirir ve tiyatro anlayışındaki yeniliği şu sözlerle açığa vurur: “İnsanlar günlük yaşantılarında durmadan birbirlerini öldürmezler, boyuna kendilerini asmazlar, durmadan birbirlerine âşık olmazlar, hep akıllıca konuşmazlar. Daha çok yerler, içerler, gevezelik ederler, saçma sapan şeyler konuşurlar. İşte bütün bunlar sahnede de gösterilmelidir. Bir oyun öyle yazılmalı ki, insanlar gelsinler gitsinler, yemek yesinler, havadan sudan konuşsunlar, kağıt oynasınlar. Yaşam nasılsa öyle olmalıdır; karmaşık ve aynı zamanda basit... Fakat bütün bu olaylar sırasında mutlulukları yaratılmakta ya da hayatları paramparça olmaktadır.”
“Martı” 17 Ekim 1896’da daha önce “İvanov”un da oynandığı, St. Petersburg’daki Aleksandrinski Tiyatrosu’nda perdelerini açar. Fakat ne oyuncular ne de seyirciler ‘karmaşık ve aynı zamanda basit’ olan böyle bir oyuna alışıktır. Oyunun bitimde seyircilerden ıslıklar, yuhalama sesleri gelir. Bir eleştirmen, “Yirmi yıldır tiyatrolara gidiyorum, birçok başarısızlıklar gördüm ama böylesine hiç rastlamadım,” diye yazar. Fakat bütün tiyatro otoriteleri aynı fikirde değildir.
Daha önce “Orman Cini”ni okuduktan sonra tiyatro bilgisini eleştirdiği Çehov’un bu oyunundan çok etkilenir tiyatro yönetmeni Nemiroviç Dançenko ve dönemin yenilikçi tiyatrolarından Moskova Sanat Tiyatrosu’nu birlikte kurduğu Constantin Stanislavski’ye oyunu sahneye koymaya önerir. Stanislavski de kabul eder.
Oyun, 29 Kasım 1898’de Moskova Sanat Tiyatrosu sahnesindedir. İlk perde kapandığında salonda kısacık bir an büyük bir sessizlik yaşanır. Oyuncular tedirgindir. “Martı” bu sefer hak ettiği alkışları alır. Sessizliğin arkası bir alkış tufanıdır.


ÇEHOV İÇİN NELER DEDİLER?
Anton Çehov, daha 1900’lü yılların başından beri yabancı dillere çevrildi. Sözgelimi öyküleri, 1901 yılından bu yana Fransızcada. Fransızcaya çevrilen ilk kitabı, 12 öyküsünün bir araya getirildiği “Mujik”. Çehov’un Türkçedeki ilk kitabı ise 1935 yılında Samizade Süreyya Erdoğan tarafından çevirilen “Hayat Yoldaşı”.
Çehov, İngilizceye 1900’lü yılların başında Dostoyevski, Tolstoy gibi Rus yazarları bu dile kazandıran Constance Garnett tarafından çevrilir. Böylelikle hayatının sonunda ve ölümünden kısa bir süre sonra Çehov dünya edebiyatı yazarları arasına girer. Eserleri yalnızca Rus yazarları ve toplumunu değil, bütün dünya edebiyatını etkilemeye başlar.
Tabii bu onu diğer yazarların eleştirilerine de açık hale getirir. Sözgelimi Çehov edebiyatından etkilenen yazarlardan biri olan Ernest Hemingway, “Çehov aşağı yukarı altı iyi öykü yazdı. O, amatör bir yazardır” der.
Vladimir Nabokov ise Çehov’un eserlerindeki ‘yavan sözler, hazırlop deyimler ve tekrarlardan’ şikayet eder; ancak “Küçük Köpekli Kadın”ın gelmiş geçmiş en güzel öykülerinden biri olduğunu teslim eder.
Öte yandan Raymond Carver, Çehov öykülerinin ‘insanı sarstığını ve insan duygularını ancak gerçek sanatın yapabileceği bir biçimde ortaya koyduğu’nu vurgular. Lev Tolstoy ise “Çehov benzeri olmayan bir sanatçıdır. Onu büyük bir yazar yapan yapıtlarının yalnız Ruslarca değil, dünyanın dört bir yanındaki insanlarca hissedilip anlaşılabilmesidir,” der.


TÜRKÇEDE ÇEHOV
Öyküler
“Besleme”
“Korkulu Gece”
“Kara Keşiş”
“Marangozun Köpeği Kaştanka”
“ Bir Taşralının Öyküsü ”
“ Bütün Öyküleri ”
“Asma Katlı Ev ”
“Belalı Misafir”
“Küçük Köpekli Kadın”
Oyunlar
“Ayı”
“Evlenme Teklifi”
“İvanov”
“Martı”
“Orman Cini”
“Üç Kızkardeş
”Vanya Dayı”
“Vişne Bahçesi”
“Öksüzlük”
“Tütünün Zararları”