Memleketin mutsuz, umutsuz siyaset sahnesiyle ilgili bir kaç paragraf yazmıştım ki, vazgeçtim. Yazdıklarımı sildim.
Yeni yıla ramak kala, Türkiye’nin, hepimizin de gayet iyi bildiği, bir türlü bitmek bilmeyen arazlarını bir bir sıralamaktansa, başka dünyalarda turlayalım istedim...
Bir kaç gündür New York’dayım. Burada onca yıl yaşamış olsam da şehir, sürekli değişen halleriyle, beni her zaman şaşırtmaya devam ediyor. Bu kez en etkilendiğim (belki de aklımın bir köşesinde Türkiye meseleleri olduğu için) kentin “çok kültürlü” yapısı oldu. Söz ettiğim, sadece farklı kökenlerden yaşayan insanların bir arada yaşaması değil; farklı kökenlerden insanların kendi kolonilerini kurup orada maksimum özgürlük alanı kurabilmesi...
Sıradışı New York turuna, Brooklyn’den başladım. Manhattan’da kiralar çok fırladığı için, New Yorklular artık Brooklyn gibi şehrin dış çeperlerine yerleşiyor. Ufak butikleri, yeni lokantaları, şehrin gürültüsünden uzak tatlı kafeleriyle Brooklyn, gerçek anlamda yükselişte. Fort Greene, Park Slope gibi mahalleler, çocuk yapıp aile kurmak isteyen genç insanların favori adresi. “Genç” dediğim, 20’li yaşlar değil tabii. New York’da “genç” tanımı çoktan değişmiş durumda. 35 yaş öncesi çocuk yapan pek yok. Kaldırımlarda yürürken sağınızdan, solunuzdan geçen pusetli ebeveynlerin çoğu, 40 yaş üzeri...
Kurtarılmış bölge
İkinci durağım, Williamsburg’deki Musevi mahallesi oldu. Williamsburg’un bir tarafında, New York’dan göç etmiş “cool” gençler, birkaç durak ötede ise hâlâ birkaç yüzyıl öncesi yaşam kodlarında ısrar eden Ortodoks Yahudiler var. Musevi mahallesi, kendi okulları, otobüsü, dükkânları, bankaları, polis gücü ve bekçileriyle tam bir kurtarılmış bölge. Farklı tarikatlar olsa da yaşam, dini esaslara göre tasarlanmış. Belediye, Ortodoks Musevi cemaatinin kendi okullarında istediği tarz din eğitimi vermesine karışmıyor. Yanımdan geçen ailelerin 6-7 çocuğu var. Kadınlar, başörtüsü niyetine peruk takıyor. Konuşulan dil, çoğunlukla Orta Avrupa Yahudilerinin dili sayılan Yiddish. Sokaklar, cıvıl cıvıl. Burası, dindar bir Yahudi aile için İsrail’den bile daha güvenli ve özgür bir yer...
Az ilerdeki siyah mahalle Bedford Stuyvesant ise, daha karanlık, daha umutsuz. Burada, beyaz mahallelerde olmayan şeyler var: uyuşturucu ve suç. “Project” adı verilen TOKİ benzeri devlet evleri, insansız ve renksiz. Arada Jay-Z gibi bu evlerden çıkıp ünlü olmuş karakterler olsa da, Bed-Stuy bölgesinde doğan bir çocuk hayata 3-0 geriden başlıyor. Ancak, mahalle son yıllarda inanılmaz hızlı bir “beyazlaşma” ya da “mutenalaşma” saldırısıyla karşı karşıya. Daha 3 yıl öncesine kadar 300 bin dolara giden koca koca 3 katlı evler, artık 1.5 milyon dolar.
Trene atlayıp, Çin mahallesine gidiyorum. Arka sokakları, her zamanki gibi rengârenk. Burada yıllardır tek kelime İngilizce bilmeden yaşayan Çinli aileler var. Bakkalların dışındaki tezgâhlardan tuhaf sebzeler, bize garip gelen mantar ve kurutulmuş balıkları seçiyorlar. Hummalı bir alışveriş var.
Ve akşam son durağımız, Brooklyn Nets’in basket maçı oluyor. Nets’in Fort Greene’deki sahası, görülesi bir cümbüş yeri. Her renk ve ırktan insanlar ve bir çok aile var. Maça giden kadın sayısı, erkeklerle eş.
Gece sonunda Nets, 110-83 İndiana Pacers’a feci biçimde kaybediyor. Ama biz, şahane bir günü geride bırakıyoruz...