ABD Başkanı Donald Trump göreve başladı. Trump’ın ilk imzalarından biri de Asya-Pasifik bölgesinde toplam 12 ülkenin dahil olduğu TPP anlaşmasından ABD’nin çekilmesini onaylamak için oldu.
TPP anlaşması ABD’nin eski başkanı Barack Obama tarafından iki yıl boyunca müzakere edilmiş, ancak ABD Kongresi tarafından onaylanmamıştı.
Trump, Trans Pasifik Anlaşması’nın yanı sıra, ABD-AB arasında yeni bir dış ticaret düzeni öngören Trans Atlantik Anlaşması’na da karşı. Trump’ın en çarpıcı iddialarından biri de ABD’de istihdamı en çok artıran başkan olarak tarihe geçmek.
Trump çelişkileri...
Bu iddia ve korumacılık söylemleri hem ABD hem de dünya için yeni bir ticaret düzenine geçişin ilk adımları olarak okunabilir mi? Şüphesiz küreselleşmenin bu aşamasında dünya ticaret hacmi, kriz dolayısıyla daralsa da korumacılığın baskın bir ticaret biçimi olarak öne çıkacağını söylemek zor. Çünkü Trump, korumacılık yaparım diyor ama ayrı zamanda, doların değerli hale geldiğini ve bunun ABD’nin ihracatını aşağıya çekeceğini söylüyor. Demek ki ABD ekonomisinin ayağa kalkması için ABD’nin diğer ülkelere ihracatı önemli. Bu, Trump’ın birinci çelişkisi. Trump, kurumlar vergisini düşüreceğini ve özel sektör üzerindeki regülasyonları en az yüzde 75 düzeyinde azaltacağını söylüyor. Ancak öte yandan, yeni devletçi bir anlayışla, altyapı yatırımlarını artırarak istihdam oluşturmak gibi- bir ekonomiden de söz ediyor. Bu da Trump’un ikinci çelişkisi. Yani Donald Trump bir ultra-liberal değil, ama krizin ancak devlet yatırımları ve harcamasıyla biteceğini iddia eden pür-Keynesçi bir devletçi hiç değil.
O halde Trump dönemi ABD’si için şimdiden çok keskin, köşeli çıkarımlarda bulunamayız. Ancak şunu söyleyebiliriz; Trump, bir işadamı olarak, ABD ekonomisinin temel sorunlarını görüyor. Daha doğrusu, bu sorunları bir işadamının gözüyle tespit ediyor ve buna tespitlere bağlı pragmatist-palyatif çözümler üretiyor. Bu yöntem, sonuç olarak bütünlüklü bir dış politika stratejisi olabilir mi; tabii ki çok zor.
Örneğin Trump’ın Rusya’dan konjonktürel bir ekonomik beklentisi varsa Rusya-ABD ilişkileri bu konjonktürel beklentiye bağlı olarak bir dönem olması gerekenden iyi, daha sonra da olması gerekenden daha kötü olmaması lazım. Eğer böyle olursa bu, yalnız ABD için değil, tüm dünya için çok önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. Zaten Obama döneminin en önemli sorunlarından birisi de Obama yönetiminin dünyanın sıcak bölgelerindeki müttefikleriyle ilişkilerinde istikrarlı bir çizgi tutturamaması olmuştur.
Hegemonya bitiyor...
Soğuk Savaş döneminde hem ABD’nin hem de Sovyetlerin temel (paylaşım-hegemonya) stratejisi kendi egemenlik alanlarında kalan ülkelerin güçlenmesine müsaade etmemeleri üzerine kurulmuştu. Özellikle ABD, kendi hegemonyasını ekonomik abluka ve buna bağlı üstünlükle sürdürüyordu. Bretton-Woods sistemi ve doların temel rezerv para olması bu stratejinin en önemli dayanağıydı. Bu stratejiyi, aynı zamanda, bir Bretton-Woods kurumu olan IMF, gelişmekte olan ülkelerle yaptığı ikili anlaşmalarla (stand-by) yürütüyordu.
Türkiye, 2008 yılında Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde IMF ile yeni bir stand-by imzalamayarak, kendisi için, bu sürece son verdi. 2008 sonrası Türkiye’nin büyüme temposuna baktığımızda nasıl bir değişim yaşandığını görürüz. Altyapı yatırımları, okullar, havaalanları, yollar, büyük şehirlere metro ağları bu tarihten sonra hızlandı ve Türkiye’nin ihracat potansiyeli arttı.
Cumhurbaşkanlığı sistemi...
Böyle olunca Türkiye, hem Doğu Avrupa için hem de Soğuk Savaş döneminde Rusya’nın hakimiyetinde olan Kafkasya bölgesi için çok önemli bir ekonomik merkez haline gelmeye başladı. Aynı şekilde Türkiye, sallanan ve artık çağ dışı birer diktatörlük olan Ortadoğu rejimleri için de ciddi bir demokrasi ve piyasa ekonomisini kapsayıcı büyümeyle birleştirmeye çalışan güçlü bir alternatif oldu.
Şimdi halkın oyuna gidecek olan Cumhurbaşkanlığı sistemi, bu kazanımları, siyasi iktidarlardan bağımsız, sistemik, anayasal müesseselere dönüştürecektir.
Bu, hiç şüphesiz, başta AB ve ABD’nin Soğuk Savaş’tan kalma ezberlerini de hızla bozacaktır. Bu durumun artık herkes için geri dönülmez bir gerçek olduğunu kabul edelim. Cumhurbaşkanlığı sisteminin Doğu Avrupa’dan başlayarak Kafkasya’ya kadar uzanan Avrasya coğrafyası için de yeni bir kalkınma ve refah modeli (commonwealth) olacağını düşünüyorum.
Türkiye’nin bölgesinde istikrarlı bir ekonomik güç olması ABD’nin de çıkarına olacaktır. Bölge barışı ve Avrupa’nın krizinin bitmesi ABD ekonomisini de hızla düzeltecek çok önemli bir dinamiktir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Trump çelişkileri, ancak bu şekilde aşılabilir.
Trump değerli dolarla uzun süre devam edemeyeceğini biliyor.
Bunun anlamı, Trump’ın Bush döneminden ayrı yeni bir ekonomi-politikası izleyeceğidir.
Ortadoğu’da savaş, Avrupa ve Pasifik’te sürekli gerginlik ve kriz ABD için artık sürdürülebilir bir ekonomi-politikası değildir.
Astana görüşmeleri gösteriyor ki Suriye iç savaşında artık tünelin ucundaki ışık gözükmüştür. Suriye dışında da Ortadoğu’da Irak’ta istikrar ve İsrail’in "güvenliği", İran’ın sorunsuz bir şekilde bölge barışına katkıda bulunması ancak Türkiye’nin istikrarıyla mümkün olur. Bu açıdan, Rusya ve İran’ın ABD için sorun oluşturması da ancak bu şekilde sağlanabilir.
Rusya ve Hazar Denizi, Irak hatta İran enerji hatları Avrupa’ya bölge barışı ve Türkiye merkezli bir istikrarla ulaşabilir ve ticarileşebilir.
Bu anlamda Cumhurbaşkanlığı sistemi, yalnız Türkiye için değil, bölge refahı ve istikrarı için de gerekli, tarihi bir geçiş olacaktır.