Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Bugün Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) kararı vesilesiyle ekonomiyi tartışacağız. Ancak bu iyi bir tesadüf de oldu; çünkü 24 Ocak 1980 tarihi Türkiye iktisat tarihinde çok önemli bir yol ayrımı da aynı zamanda...

İşin “tarihi” kısmına başlamadan önce Merkez Bankası hatta merkez bankaları üzerinden yapılan şu güncel tartışmalara değinmek istiyorum.

Bugün hem Türkiye’de hem de dünyanın herhangi bir ülkesinde, yalnız merkez bankasının para politikasına bağlı bir çözüm yoktur. Ancak sorunların ağırlıkla merkez bankaları ya da para politikası çerçevesine sıkıştırılarak tartışılması seksenlerden itibaren güncel iktisat teorisini belirleyen neoliberal ideolojinin doğrudan hakimiyetine bağlıdır.

Haberin Devamı

Neoliberal hâkim anlayış, enflasyon, işsizlik, büyüme gibi temel iktisadi sorunları para politikasının, ağırlıklı olarak, çözeceği dinamikler olarak tarif etti.

Böyle de olması gerekiyordu çünkü yetmişlerde başlayan kâr oranlarının hızlı düşüşü, büyük kriz sürecini başlatmıştı ve krizin gelmesi ancak palyatif para politikaları ve Keynesyen politikaların hızlı tasfiyesiyle geciktirebilirdi. Şili’de darbeci general Pinochet’nin danışmanı olan parasal politikaların babası Milton Friedman ve arkadaşları çalışanların ucuz yediği öğle yemeklerine bile göz dikmişlerdi; “Bedava öğle yemeği yok” cümlesi Friedmancı öğretinin amentüsü olarak tarihe geçti.

Ancak bu teori, önce gelişmekte olan ülkelerde, arka arkaya iflas eden IMF programlarıyla yanlışlandı, sonra da 2008 büyük kriziyle gelişmiş ülkelerde...

Şimdi artık para politikalarını uygulayan merkez bankalarını krizden sorumlu tutamayacağımızı biliyoruz. Üstelik bu merkez bankaları, yukarıda sözünü ettiğimiz yanlışlanmış bir para politikası modelini uyguladılar. O halde, biz bugün Türkiye’de yalnız TCMB’nin attığı adımlarla ilgili bir tartışma yürütürsek bu eksik olur. Zaten maliye politikasıyla desteklenmeyen, örtüşmeyen bir para politikasının etkinliği söz konusu olamaz.

Şu anda TCMB, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere, seksenli yılların başından beri dayatılan yanlışlanmış politikaları aşmaya çalışan yeni bir yol bulmaya çalışıyor. Enflasyon meselesine Friedmancılar gibi yalnız bir parasal mesele olarak bakmıyor, bu sorunun arkasındaki çok ciddi üretim problemlerine gönderme yapan yeni para politikası araçlarına ve çalışmalarına yer veriyor.

Haberin Devamı

Bu açıdan bugün TCMB’nin aldığı faiz kararından ziyade, TCMB’nin bu yeni yöneliminin ve arayışının tartışılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Tabii ki TCMB’nin bu çabalarına maliye politikası tarafı bir cevap veremezse sonuç başarısız olur. Bu açıdan, maliye politikası tarafında da yalnızca “faiz dışı fazlaya” odaklı bir stratejinin artık çok geçerli olacağını söyleyemeyiz.

Banka sistemi...

Öte yandan, aynı şekilde, TCMB’nin attığı adımların daha etkin ve sonuç alıcı olmasının bir diğer ayağı da banka sistemidir. Banka sisteminin bu yapısı ve anlayışıyla biz yeni dönemin büyüme ve kalkınma yolunu bulamayız. Türk bankacılık sistemi ile yapısal sorunları çok özlü olarak tespit eden Prof. Dr. Murat Demiröz’ün şu yazılarını tavsiye ederim: http://www.gazetebirlik.com/yazarlar/bankacilik-sistemi-neden-tartisilmiyor-ii/ Prof. Demiröz çok önemli tespitler yapıyor burada...

Haberin Devamı

Buradaki, arka arkaya yazılmış iki makale dikkatle okunmalıdır.

Türkiye, bu banka sistemine -kamu bankaları tarafı dahil- neşter vurmadan yola devam edemez. Banka sistemimizin rekabetçi, kapsayıcı bir büyümenin öncüsü olacak şekilde yenilenmesi, kaynak tedarik ve kaynak aktarma araçlarının yenilenmesi ve temel anlayışının değişmesini esastır ve bu esası merkeze alacak reformların hızla devreye girmesi kaçınılmazdır.

24 Ocak ve ötesi...

İşte bugün 24 Ocak 1980 tarihine de aynı perspektifle bakmalıyız. Dışa açılma, özel sektörün dinamizmini, küresel rekabetini öne çıkaran kapalı, ithal ikameci, devletçi bir ekonomiden çıkarak çağı yakalayacak vizyonu geniş bir ekonomiye geçiş gibi çok önemli tarihsel kazanımlar sağlayan Özal vizyonu temel olarak nerede kırılmıştır?

Türkiye, 24 Ocak kararlarıyla “liberal” yeni bir ekonomik düzene adım atıyordu. Dış ticaretin serbestleştirilmesi, yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi, ithalatın liberalize edilmesi ve devletin ekonomide küçülmesiyle ilgili iradenin ortaya çıkması... 24 Ocak dönüşümünün önemli başlıklarıydı. Ancak bu “liberalizasyon” kararları, bunlara denk gelecek, Türkiye’nin üretim potansiyelini ortaya çıkaracak, Türkiye’yi küresel rekabete ve tam dışa açık bir ekonomiye hazırlayacak reformları gerektiriyordu. Örneğin, hem bankacılık sistemini var olan haliyle tutup hem de hızlı bir liberalizasyon yaparsanız ya da finansal sistemi hiç düzenleme yapmadan vahşi bir şekilde dışa açarsanız sonuç hüsran olabilirdi, öyle de oldu...

Şimdi tam burada yarım kalan bu tarihi süreci bu perspektifte tamamlamak zorundayız, ekonomide artık üçüncü bir şans yok.