Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

28 Kasım 2015 günü, bu ülke tarihinde mühimdir.

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, 28 Kasım 2015’te, Dört Ayaklı Minare’nin altında yaptığı basın açıklamasında şöyle diyordu:

“Şu anda içinde bulunduğumuz Diyarbakır’ın tarihi Suriçi bölgesi 9 bin yıllık geçmişe sahip. Bu alan içerisinde surlar, camiler, kiliseler ve daha başta tarihi yapılar bulunmaktadır. Diyarbakır ismiyle en çok anılan, zihinlerimizde en çok sembolize olan

Dört Ayaklı Minare’yi ne yazık ki iki gün önce şu an da gördüğünüz gibi ayağından vurdular...”

Haberin Devamı

Bu sözlerinden birkaç dakika sonra Tahir Elçi’yi, ayaklarından vurulmuş Dört Ayaklı Minare’nin gölgesinde vurdular.

Bir yıldan çok daha uzun 1 yıl geçti.

“Tahir’siz bir yıl”

Yarın ölümünün yıldönümünde anılacak Elçi.

Bazıları hedef gösterildiğini, teröristlikle suçlandığını, aynı insanların birkaç hafta sonra, “barış elçisi” diyebildiğini anımsamak istemeyecek.

Soruşturması da unutulmuş durumda ne zamandır.

15 Temmuz’dan bu yana dosyanın kapağını açmadan dosyayı yeni savcıya devreden savcılar, Elçi öldürüldükten 110 gün sonra keşif yapılabildiği, o keşiften sadece 1-2 gün sonra uzmanlığı olmayan bilirkişilerin, üstelik Adli Tıp’ın elindeki belgeleri bile beklemeden, “Ölüme neden olan atışın hangi silahtan gerçekleştiği tıbben ve fiziken bilinemez” raporu verdiklerini anımsamak istemedikleri gibi.

15 Temmuz’un zaten yürümeyen soruşturmaya da darbe vurduğu ve kimselerin 4 aydır dosyayla ilgili tek bir adım bile atmadığı unutularak anılacak.

***

Ama zamanı bizden farklı yaşayan ve tüm bunları saniye olsun unutmayanlar var.
Çocukları var, dostları, Elçi’nin elini tuttukları.

Elini hâlâ sıkı sıkıya tutan eşi Türkan Elçi var.

Türkan Elçi, 1 yılın ardından bakın nasıl anlatıyor geçen zamanı:

“Tahir ile ilgili geçen zamanın uzunluğu, kısalığı mevzusu bende her zaman bir kafa karışıklığı yarattı. Bazen dünmüş gibi geliyor. Bazen de yüzyıl geçmiş gibi her şey benden çok uzaklaşıyor. Bazen gülüşüyle yanımdaymış gibi duruyor, hatta uzansam dokunacakmışım gibi. Bazen de yüzü bulanıklaşıyor, silikleşiyor. Zihin işte, zayıf zamanlarımızda bizimle oyun oynuyor. Bildiğim tek şey Tahir’den sonra bütün hayatımın değiştiği. Çok mütevazı, memnun olduğum, asla şikayet etmediğim bir hayatım vardı. Okula gitmek, çocuklarla ders işlemek. Öğretmenlik en sevdiğim, kendimi bulduğum bir meslekti diyebilirim. Fakat insan hayatının gidişatını değiştirecek önemli bir olayla karşılaştıktan sonra ne kadar istese de eskisi gibi olmuyor hiçbir şey.

Haberin Devamı

***

Dört Ayaklı Minare kapanmayan bir yara. Olaydan sonra nisan ayında avukatlar haftası vesilesiyle karanfil bırakmak için gitmiştik. Ondan sonra bir daha da görmedim. Eskiden ailece oraya doğru yürürken kendimize ait hissettiğimiz bir şehrin kalbine, ruhuna doğru yürümenin sevincini yaşardık. O sevinci elimizden aldılar. Bir toplumu yok etmenin en etkili yolu; tarihini, tarihi eserlerini yok etmektir. Tahir’i endişelendiren, harekete geçiren mevzu da asıl burada yatıyor. Bir mekâna ölüm kokusu sinmişse orayla barışmak da biraz zor. Aslında minare bize uzaktan ‘Benim suçum günahım yok’ hüznüyle bakıyor. Neticede o da korkunç bir cinayete tanıklık yaptı. Bu kâbus dolu günlerden kurtulabilmenin yollarından biri de Türkiye’de bazı insanların bu acılara tanıklık yapmış olmanın ezikliğinden kurtulmak istemesi, vicdanlarının konuşmaya başlamasıyla mümkündür... Bazen olayla alakalı haberler çıkıyor. Hepsi de gerçeklikten uzak. Bana inandırıcı gelmiyor. Sözde tanıklıklar falan, tümü kurmaca. Bu menfur cinayetin aydınlanmayacağı ilk günden belliydi desem de içimde yine de bir umut taşıdım hep. Çünkü olayın gerçekleşme anına kadar biz toplumca umutlarımızı kaybetmemiştik. Tahir’in katledilmesi bu anlamda bir milattır. Olayların tahmin edilemeyecek bir yöne doğru evrilmesi yönünden bir milattır diyorum. Dosya ile ilgilenildi mi, yok inanmıyorum, verilen sözler tutulsaydı bir ilerleme kaydedilecekti.

Haberin Devamı

***

Ben evimi, çocuklarımı, Tahir’i hastalık derecesinde severdim. Vasat hayatım beni mutlu kılmaya yetiyordu. Tahir’i kaybetmeden bir ay önce Tahir aynen bana şunu söyledi; ‘Türkan senden önce ölmek isterim. Sen çocuklara çok daha iyi bakarsın.’ Bunu hatırladıkça canım acıyor. Evi idare etme konusunda asla kendimi bırakmak istemedim. Çocukların ayakta kalabilmeleri için evde devam eden bir yas havasını yaratmamaya çalıştım. Bazen bir kayıptan sonra ya duvardaki fotoğraflar bir bir indirilip gözden ırak sandıklara kapatılıyor ya da duvardaki fotoğraflar çoğaltılıyor. Tahir’in duvara asılan fotoğrafları çoğaldı. Tüm fotoğraflarda uzaktan gülüyor bize.”

***

Pek az kişi, “vasat hayatının” kıymetini, o hayatı yaşarken fark eder.

Kaybedeceğini anladığında değil, her soluk alışverişinde değerlidir onlar için elindeki.
“Kıymet vermenin” anlamı, bu nedenle hayatını “Vasat hayatım beni mutlu kılmaya yetiyordu” diye tanımlayabilen bir kadının cümlelerinde gizli.

28 Ekim 2015 günü bu ülke tarihinde mühimdir.

Yakınlarını arayanlar, hesabının sorulmasını isteyenler, şiddet görenler, şiddetten kaçanlar, işkence mağdurları, ağaçlar, kuşlar ve minareler için, hep 3 numara tıraşlı kafaları ilk kez güven veren bir el tarafından sevilen çocuklar, Tahir Elçi varsa yalnız kalmayacağını bilen anneler için mühimdir.

Yalnız hissettiklerinden belki, o tarihten sonra geçen her günün kıymeti, bir önceki günden biraz daha eksiktir.