Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İlk izlediğim Ömer Kavur filmi 1987 yılında çektiği “Anayurt Oteli”ydi. Lise sondaydım. Adını koyamadığım, pek de tanımadığım farklı bir hüzün. 16 yaş için fazla. Ama yine adını koyamadığım hatta hiç tanımadığım tuhaf da bir umut vermişti. İzlediğim, romanını aratmayacak güzellikte ilk edebiyat uyarlamasıydı sinemaya. Sonraki yıllar ve yaşlarda yine izledim “Anayurt Oteli”ni. “Gizli Yüz”ü, “Amansız Yol”u, “Ah Güzel İstanbul”u ve diğer tüm Kavur filmlerini. Yol hikâyeleri, insanların iç dünya dökümleri, arayış, huzursuzluk, zaman, iletişimsizlik. Ama ille de hüzün. İmza teması gibi. Üstelik diyor ki Kavur: “Hüzün korkunç bir hastalık gibi; boynunu bükersen seni yer bitirir”.  

Haberin Devamı

İyi de neden ondan vazgeçmiyor? Biraz fikrim vardı ama itiraf etmeliyim ki, bunun ve Ömer Kavur’la ilgili kafamdaki diğer tüm soruların cevabını henüz 29 yaşındaki genç bir yönetmenin, Fırat Özeler’in dünya prömiyeri 52. Rotterdam Uluslararası Film Festivali’nde, Türkiye prömiyeri ise 42. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında gerçekleştirilen ilk uzun metraj çalışması “Kavur”da buldum. Bu incelikli, klasik anlayıştan farklı, yaratıcı, hepsinden önemlisi bir Ömer Kavur filmi tadı veren 2023 yapımı belgeseli MUBI’de izledim. 

Belgeselin iki anlatıcısı var. Biri, anlam arayışında olan, Ömer Kavur filmlerindekine benzer bir yolculuğa çıkarsa hem o anlamı hem de iç huzurunu bulacağına inanan bir kadın. Diğeri Kavur’un kendisi. Kadını Funda Eryiğit, Ömer Kavur’u Cem Yılmaz seslendiriyor. Kısa bir an, sevgili Feride Çiçekoğlu’nun sesi olarak Tilbe Saran’ın muhteşem yorumunu dinliyoruz. 

‘Kalabalık bana göre değil’ 

Kadın ve erkek belgesel boyunca kendi iç dünyalarını paylaşıyor bizle. İlk bölümde, kendi sözleriyle ve tanıklıklarla Ömer Kavur’un çocukluğunu öğreniyoruz. Annesi Abbase Sina Moralı’nın kökeni Mısır kraliyet ailesine uzanıyor. Babası Girit göçmeni İbrahim Şadi Kavur Dışişleri Bakanlığı’nda görevli. 18 Haziran 1944’te Ankara’da dünyaya geliyor Ömer Kavur. Doğar doğmaz ailesi onu İngiliz bir dadıyla İsviçre’ye gönderiyor. Güzel dağ havası alsın, sağlıklı sütler içsin diye. Arada da ziyaretine gidiyorlar. Bunu öğrendiğimde dondum kaldım dehşetten. Bebeğin fiziksel ve duygusal her ihtiyacını karşılaması beklenen annesiyle güvenli bağlanma kurma şansı elinden alınıyor. Yalnızlığı daha o zamandan kaydetmeye başlıyor zihnine. Sonra Ankara’ya dönüyor ama bir evi yok. Anneannesinin konağında büyüyor. Annesi isterse birlikte kahvaltı edebiliyorlar, istemezse kahvaltıyı odasında dadısıyla yapıyor. Babasıyla da belirgin bir yakınlıkları yok. Bütün bunlar kişiliğin ilk tohumlarının atıldığı 0-7 yaş arasında oluyor. Böyle bir hikâyeden, mutlu, huzurlu bir birey çıkma ihtimali çok zayıf. Fimlerindeki o hüzün, melankoli boşuna değil yani.  

Haberin Devamı

Robert Kolej ve Kabataş Lisesi derken Paris’e sinema okumaya gidiyor. Babasından “Hayırlı olsun ama işin zor” icazetini aldıktan sonra. Yine anlatıcının anlattıklarından anlıyoruz ki, orada da yalnız bırakıyorlar Ömer Kavur’u. Aramamalar, para göndermemeler… Paris yıllarındaki sevgilisi “Mutsuz bir insandı” diye tanımlıyor genç Ömer’i. Nasıl mutlu olsun ki? Ardından Türkiye’ye dönüyor. Ne Yeşilçam onu kabulleniyor ne de o Yeşilçam’ı. Yeşilçam’ın ondan beklediği filmleri yapmak onu mutsuz ediyor, yapamıyor da. Bir bunalım döneminin ardından 40 yaşında kararını veriyor. Sinemaya ihanet etmeyecek o. Kendine ait olanı bulacak. Ardından bildiğimiz Ömer Kavur filmleri geliyor. “Hiçbir zaman çok izlenmediğimin farkındayım” dediği. Amacı tek bir kişiye film çekme arzusu verebilmek. Tek derdi buyken çok sayıda ödül ve sinema tarihinde saygın bir yerle takdir ediliyor.  

Haberin Devamı

Sonra uzun yolculuklar. Ki belgeselde de yolculuk yaptığı yerlerden görüntüler akıyor sürekli; bir de onun filmlerine uyacak kasabalar, şehirler, ülkeler... Ömer Kavur hep yolda. Ömer Kavur hep arayış içinde. Her zaman çokça yalnız. “Kalabalık bana göre değil” diyor. Hep bir her şeyi unutma isteği. Ve hayatının özeti: “Yapmak istediklerin, yapamadıkların, yapabildiklerinle dahi huzur bulamadığın hayat. Bizim bitmeyecek çaresizliğimiz bu.” 

Ama vazgeçmek, kendini o korkunç hüzün hastalığının kollarına bırakmak yok Kavur’da. Onun için önemli olan arayış: “Her şey bir arayış. Durmak, düşünmek, sinema yapmak… Bu süreç için yalnız olmak gerekir. Arayış umut taşır.” Kendisiyle ilgili gerçeği aramak, hep yolda olmak. Ama köksüz, aidiyetsiz bir varoluş değil onunki. Kavur’un ruh hâlini en iyi Feride Çiçekoğlu özetliyor belgeselde: “Aidiyetsiz değildi. Henüz gidilmemiş yerlere, bilinmeyen hikâyelere aitti. Tanısanız çok severdiniz”. 

Ömer Kavur’u tanıma yolculuğu sırasında belgeseldeki kadın sesiyle birlikte biz de kendi arayışımızı didikliyoruz ister istemez. Hüzünden umuda, umuttan hüzüne savrularak. Kavur filmlerinin kasvetine yeni anlamlar biçiyoruz, kendi anlam arayışımız içinde. Ben çok sevdim “Kavur”u: Çok parlak, yeni projelerini merak ettiren genç bir yönetmen ve onun nefis belgeseli. Fırat Özeler’i tebrik ederim. İzlemenizi de çok isterim.  

İyi pazarlar.